Koşmak. herkes için farklı anlamları vardır eminim. kimisi kafasını boşaltmak için atar adımları, kimisi fazladan birkaç kiloyu verebilmek, kimisi sadece gitmek için bir yerlerden nereye varacağını bilmeden. Sanırım koşmayla ilgili en çok sevdiğim yön bu, başka hiçbir araç olmadan kendi kendinize meydan okuyorsunuz, kimseye birşey gösterme amacı olmadan sadece gidiyorsunuz. Benim hikayem 9 sene önce düzenli spor yapmamla başladı aslında. klasik ünlü bir spor salonuna yazıldım ama klasik olmayan ve çevremdeki herkesin aksine ben gitmeye devam ettim. koşu bandı olayını çoğumuz sevmesek de benim başlangıcım böyle oldu. sporda geçirdiğim zamanın %80i bandın üzerinde koşarak geçiyordu hatta kendime o kadar yüklendim ki maalesef sağ dizimde menisküs yırtığı oluştu. sonuç: ameliyat olmam lazım, koşuyu ise kesinlikle bırakmam lazım şeklindeydi. teşhisin üzerinden 6 sene geçti, ben bu senelerin çoğunda spora devam ettim ama koşuya karşı hep bir korku vardı içimde. bu arada en ufak kaçamağımda yırtık kötüleşti ve kesin ameliyat olmamı tekrar tavsiye ettiler. 2 sene önce londraya gittiğimde cesaret bulup araştıra soruştura kendime uygun ayakkabıları buldum. onları bulmamla beraber orda kaldığım sürece düzenli koşuya başladım. İzmir-İstanbul devam etti koşu macerası. Efe ve dolayısıyla Sinan sayesinde ise maraton hikayesi Runtalyayla start verdi. daha sonra Bozcaada koşusu, benim çevremdekileri etkilemem derken böyle bir zincir olarak hala devam ediyoruz hikayemize. önümüzde bundan sonraki yazımda bahsedeceğim bir sürü maraton hedefi koyarak.. Bu blogun da aynı şeye hizmet etmesini istiyorum aslında. herkes "yapabilirim" desin. Efe yelken için olan onca ağırlığına, Sinan geç başlamasına, Tuğçe dizindeki menisküse ve biraz çelimsiz bedenine :) rağmen yol alıyorsa biz de yapabiliriz desin okuyan bir kişi bile, en azından yerinden kalkmasına yardım edebilelim.
Evet bu bir yolculuk ve daha çok başındayız ve bunun bilincindeyiz. Hayatta atacağınız her adımı atmamak için binlerce bahane bulabilirsiniz. İşinizde sesinizi çıkarmazsınız, arkadaşınıza doğruları söyleyemezsiniz, o okula başvuramaz ya da o kişiye ne hissettiğinizi söyleyemezsiniz. Ama ya yaparsanız? ya sabah yarım saat daha uyumak yerine ayakkabılarınızı ayağınıza geçirip dışarı çıkarsanız? ya herkes yemekte bir içki daha içerken siz eve dönüp sahile vurursanız kendinizi?
"You’re not born sporty any more than you’re born a traveler. It’s an action: you put on your shoes like you get on that plane. that's it."
Bu kadar basit. Koşabildiğiniz zaman koşun, bahane üretmeyin. kimsenin sizden bir ayrıcalığı ya da üstünlüğü yok aklınızdan çıkarmayın. ve emin olun o kadar iyi hissedeceksiniz ki kendinize yeni şanslar, yeni hedefler vereceksiniz üstüste. ben hayatımın değişim dönemlerinde düzenli koşmaya başladım, attığım her adım beni biraz daha sağlamlaştırdı ruhen ve bedenen. kararlarımın arkasında durmam için bana özgürlük verdi, önüme yeni hedefler, maceralar koyarak daha iyi hissetmemi sağladı. eminim aynı şey size de olacak.
müzik, rüzgar, yağmur damlaları, ayak ağrıları hepsini daha çok hissedeceksiniz ve tam daha fazlasını yapamam dediğinizde, daha fazlasını yapacaksınız emin olun.
kulağınızdan müzik hiç eksik olmasın.
her yazı sonunda RUN! playlistinden bir şarkıyı sizinle paylaşıcam, çünkü müzik olmadan yollar bitmiyor, hatta bana hedeften önce koşmayı bıraktıran tek şey ipod şarjımın bitmesi sanırım.
"Florence and The Machine - Dog Days Are Over"
http://fizy.com/#s/17v1f7
Ayrıca:
What Do You Run For?
Tuğçe.
No comments:
Post a Comment