Thursday, November 22, 2012

Avrasya Değerlendirmeleri (koşu gazetesi)




11 Kasım 2012 pazar günü düzenlenen 34. Vodafone İstanbul Avrasya Maratonu’nda tam maraton, 15 km ve 8.4 km yarışları koşuldu. Koşu Gazetesi ekibinden Aykut, Ilgaz ve Mert maraton, Noyan da 15 km yarışındaydı. Bu seneki organizasyon hakkında ekipçe sohbet ettik. Sohbeti başlıklar şeklinde sizlerle paylaşmak istedik. İşte Koşu Gazetesi ekibinin bu yılki organizasyon ve yarışlar ile ilgili görüşleri…

- Organizasyon hakkında olumlu ve olumsuz izlenimleriniz neler? Daha önce koştuysanız ilerlemiş ve gerilemiş noktaları belirtir misiniz?
Aykut: Avrasya’da 2009, 2010 ve 2012 yıllarında maraton koştum. Daha sonra detaylarına gireceğiz belki ama organizasyonda önceki yıllara göre gözle görülür ilerlemeler var. Eğer yapıcı eleştiriler dikkate alınır ve bunları düzeltmek için çaba sardefilirse birkaç yıl içinde çok daha iyi olmaması için bir neden yok. Kısaca özetlemek gerekirse, göğüs numarası dağıtımı, fuarın mekanı, istasyonların sıklığı ve gönüllülerin çalışması, çanta bırakma otobüsleri gibi konular en azından benim için oldukça sorunsuz işledi. Başlangıç ve bitiş noktalarındaki düzensiz ve karmaşık ortam, fuarın içeriği, parkur üzerindeki destek, madalya ve tişört tasarımları gibi konuların henüz istenilen seviyede olmadığını düşünüyorum.
Ilgaz: Bu Avrasya’da 4. koşum oldu, içlerinden üçü maraton mesafesidir. İlk maraton tecrübem de zaten bunların ilkiydi, o zaman organizasyonu çok değerlendirecek halde değildim. 4 koşu arasında 5 yıl geçmiş, bu sene sanırım en başarılısı idi organizasyon olarak. İstatistikleri detaylı bilmesem de gördüm ve tahmin ettiğim kadarıyla katılımda fazla bir artış yok. Pazarlama duyuru anlamında da fazla bir değişiklik ve atılım göremiyorum. Su istasyonları biraz daha gelişmiş gibi geldi, Powerade verilmesi bile bir gelişme.
Daha önceki yıllarda koşu mesafelerine göre start alanı ayrımı yoktu, bu da gereksiz ve kontrolsüz bir kalabalığa yol açıyordu. Hem start öncesi izdiham yaşanıyordu, hem de niyetiniz ciddi olarak koşmak ise köprüde mangal yapanların arasından slalom yapmanız gerekiyordu, geçen sene ve bu sene bu daha iyi çözülmüştü.
Transfer otobüsleri de daha organize geldi bana bu sene. Bitişteki çanta teslim eden otobüsler ve görevliler de başarılı idi.
Bitiş çizgisindeki karambol de düzelmiş, geçen yıllarda yorgun argın bitişe girdiğinizde bir anda önünüze basın, görevli, meraklı vatandaş ve arkadaşlarını bekleyen daha önce bitirmiş işgüzar koşuculardan oluşan bir duvar çıkıyordu, zor adım atıyordunuz. Bu sene korumalı bir koridor oluşturulmuş, daha ferah bitirdik parkuru. Tam finişi geçer geçmez hayatın anlamını sorguladığınız sırada yanımızda bitip “Merhaba, 42km mi koştunuz, anketimize katılır mısınız?” diyen anketör arkadaşlar da kamera şakası tadındaydı.
Masaj çadırları da güzel düşünce ama ben bitirdiğimde “masaj bitti” gibi bir cümle ile karşılaştım. Çok önlerde olmasam da benden sonra bitiren daha çok koşucu vardı.
Mert: Ben daha önce sadece 2009 yılında Avrasya Maratonu’nda koştum. O da ilk maratonumdu. O zamanlar “acaba yarışı bitirebilecek miyim” endişesinden dolayı organizasyonun detaylarına odaklanamamıştım. Arada 3 yıl olunca organizasyonu çok değişmiş buldum. Hem değişmiş hem de gelişmiş. Fuar  için seçilen yer ve fuardaki yerleşim 3 yıl öncesine göre kat kat iyiydi. Fuar ferah ve erişilebilir planlanmıştı. Numara alma işlemi de yoğun saatlerde bile tıkır tıkır işledi. Start alanı bence düzenliydi ama bitiş için daha çok çalışmak gerek. Maraton bitirmiş bir koşucu için daha detaylı planlama yapmak gerekiyor bitiş alanında. Yine de duyduğum kadarıyla geçmişe göre çok daha iyiymiş. Özellikle yarışı bitirir bitirmez gidip tam sonucu içeren sertifikayı alabilmek (ve bunu çok rahat, karmaşa, kavga gürültü olmadan yapabilmek) etkileyiciydi. İstasyonların sıklığı ve içeriği tam not alır. Sadece enerji içeceğini daha makul miktarlarda (ne az ne çok) vermek gerek.
Noyan: Bu benim ilk Avrasya Maraton’umdu. 15 kilometrelik parkuru koştum. İstanbul’da yapılan bu yarışa karşı keskin bir önyargım vardı. Daha önce burada yarış koşan arkadaşlarımdan aldığım negatif yorumlar da bu düşüncelerimi destekliyordu. Ancak yarışta beklediğim kadar olumsuz bir durumla karşılaşmadım. Öncelikle start alanı. Ulaşımı zor bir nokta. Her ne kadar belediye yarışmacıları belirli merkezlerden buraya taşımış olsa da ben kendi işimi kendi görmek isteyenlerdenim. Köprü trafiğinin uzun süre kapatılmak istenmemesini anlıyorum, buna rağmen yarışın köprü üstünden geçirilmek istenmesini de anlıyorum, yine de start noktası daha ulaşılabilir (özellikle toplu taşıma ve taksi ile) olmalı. Yarış sırasında gözüme negatif bir şey çarpmadı ancak bitiş noktası ne yazık ki çok çok kötü düzenlenmişti. Her maratonda aynı olan ve koşuyu bitiren yarışmacıyı bekleyen sırası belli bir gurup aktivite var. Bunlardan ilki yarışmacının madalyasını alması ve ikincisi ise varsa yiyecek bir şeylere ulaşması. Ancak zaten dar olan bitiş noktası minibüslerle ve masaj çadırlarıyla iyice daraltılmıştı. Madalya ve yiyecek Kızılay yardımı dağıtır gibi iki minibüs arasında ve izdiham şeklinde yapılıyordu. Maratonu bitiren hiç kimse bitiş çizgisinden geçtikten sonra ilk olarak masaj yaptırmak istemez, bu aktivitelerin adam gibi sıraya sokulması ve finiş alanının buna göre düzenlenmesi güzel olurdu. Madalya dağıtımı bence tam anlamıyla rezillikti, öyle ki yarışmacılar arasında tartışma çıktığını bile gördük.
Avrasya Maratonu boğaz
Fotoğraf: Akşam Gazetesi
- Maraton fuarı hakkındaki olumlu ve olumsuz izlenimleriniz nelerdir?
Aykut: Genel olarak bakıldığında maraton fuarının içeriğinin henüz yurtdışındaki büyük maraton fuarları ile kıyaslamak mümkün değil. Ancak daha birkaç yıl önce maraton fuarı Feshane’de yapılıyordu ve o fuarı bilenler sanıyorum aradaki farkın büyüklüğünü göreceklerdir. Bu açıdan iyiye doğru bir gelişim olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de koşuya olan ilginin artması ile fuar içeriğinin genişlemesi birbirine paralel konular. Maalesef biri olmadan diğerinde büyük bir patlama beklemek mümkün değil.
Öte yandan İstanbul’un ulaşımı en kolay noktalarından birinde olması itibariyle mekân olarak gayet uygun. Önceki fuar yeri  olan Feshane ile kıyaslanamaz bile. Bence maraton konusunda değişmemesi gereken birkaç şey varsa, onlardan biri fuarın yeri olmalı.  Cumartesi günü oldukça yoğun bir saatte numaramı almaya gitmiş biri olarak hiçbir sorun yaşamadan birkaç dakika içinde tüm işlemlerimi hallettiğimi söyleyebilirim. Operasyon ve işleyiş bakımından önemli bir problem görmedim.
Ilgaz: Feshane gibi soğuk, uzak ve alakasız bir yerden merkeze taşınmış olması çok iyi olmuş. Yeni kongre merkezi ferah bir yapı ancak girişte yönlendirme adına sadece tek bir tabela vardı, şehre yabancı olanlar için biraz daha fazla yönlendirme lazım. Koşu malzemesi satan marka sayısı ülkemizde zaten az, olanların da büyük bir kısmı katılmamıştı. Katılımı cazip kılacak şartlar sağlansa koşu anlamında daha zengin bir fuar olabilirmiş.
Makarna ikramı güzel ve yeterli idi. Koşu ile doğrudan alakası olmayan, düşünürseniz sağlıklı yaşam başlığı altında toplanabilecek firma ve ürün standları dikkatimi çekti, bu da biraz ilginin dağılmasına yol açıyor. Koşu fuarında yöresel lezzetler görmek biraz alaturka geldi bana. Tabi yabancı koşucular için cazip de olmuş olabilir.
Mert: Fuarın yeri, yerleşimi içindeki işleyiş oldukça iyi. 2011 yılında Amsterdam Maratonu fuarını gördüm. Bundan daha iyiydi diyemem. Fuarı bundan sonra daha da iyiye götürecek olan şey fuarda yer alan/alacak firmalar/kuruluşlar olacaktır.
Noyan: Programımdan dolayı maraton fuarında çok fazla zaman geçiremedim ama bir maraton fuarının olması bile güzel bir şey. Antalya’da böyle bir fuar ne yazık ki yapılamadı. Kaldı ki mevsim itibari ile fuar için herhangi kapalı mekana bile gerek yok. Düzenli görünen bir fuar alanı vardı. Ancak kayıt masası yarışçıyı karşılayan standlar arasında gözükmüyordu, etrafta herhangi bir yönlendirme de yoktu.
Halkın ilgisi önceki yıllara oranla (katıldıysanız) nasıldı sizce? Arttırmak için tavsiyeleriniz var mı?
Aykut: Türkiye’deki maratonlarda gözlemlediğim durum şu: Eğer yabancı katılımcı sayısı çok ise destek fazla oluyor çünkü yabancı koşucuların yakınları bu kültürü aldıkları için sadece kendi koşucularını değil koşan herkesi destekliyorlar. Runtalya’da 2010 ve 2011 yıllarında yabancı sayısı çoktu ve destek büyüktü. 2012’de yabancı sayısı azalınca destek de yok denecek kadar azaldı. Avrasya 2012’de özellikle maratonda önceki yıllara göre yüksek bir yabancı koşucu katılımı olunca önceki yıllara göre destek daha fazla oldu. Sultanahmet’teki bitiş noktasında ise yine ülkemiz standartları için oldukça iyi bir kalabalık vardı. Halkın ve koşucu yakınlarının yanısıra 15K yarışını koştuktan sonra maraton koşanları desteklemek için bekleyen koşucu arkadaşlarımıza da teşekkür etmemiz gerek.
Neler yapılabilir konusuna gelince… Halkın ilgisinin bir günde artmasını bekleyemeyiz. İş dönüp dolaşıp yine spor yapan, koşan, bu kültürü benimsemiş insan sayısının artmasına geliyor. Bu süreç de bununla doğru orantılı gelişiyor. Ancak başta medya kanalı olmak üzere ne kadar çok bilgilendirilme ve tanıtım yapılırsa ilgi o oranda artacaktır. Bunun örneğini Nisan ayında İznik Ultra’da halkın desteği ile yaşadık. İstanbul belediyesinin bu konuda elinde çok büyük imkânlar var. Eğer işin üstüne ciddiyetle düşülürse Türkiye’de olmaz diye düşündüğünüz şeyler gerçekleşebiliyor.
Ilgaz: Ben bir gelişme göremedim. Çok gelişeceğini de sanmıyorum. Ülkede sporun tüketimi de pazarlaması da belli, sıra koşuya gelene kadar daha çok fırın ekmek var. Kısa şortlu güzel kız koşucu sayısı artarsa bizim halkın ilgisi de artar, yol boyu bıyık altından gülen bütün vatandaşlar nerde kız bir koşucu gördülerse yollara atlayıp çılgıncasına alkışladılar. Bodrum turist sendromu.
Mert: Ben ilk Avrasya maceramdan kalan anılar ve daha sonrasında arkadaşlarımdan duyduklarımdan dolayı bu yıl tüm maratonu kulağımda yüksek sesli müzikle koştum. Zaten koşan insana laf atmak yüksek kültürüne sahip halkımız bir de saçı sakalı uzun birini görünce iyice coşabilir diye kendimi dışarıya kapattım. Sadece farklı bir koşu stili var diye ağır hakarete uğrayan arkadaşımı duyunca iyi ki böyle yapmışım diyorum. Ama gördüğüm kadarıyla izleyici kalabalığı en azından bazı bölümlerde artmıştı. En çok alkışı ellerinde Türk bayrağı ile koşan bir ikilinin aldığını görünce seneye bu taktiği uygulamayı düşündüm!
Aslında bu yıl sponsordan dolayı halk televizyon da kullanılarak biraz daha çok bilgilendirildi. Ama sanırım yeterli olmadı. Öncelikle spor=futbol formülünü kırmakla başlamalı sonra adım adım maratona ilerlemeliyiz.
Noyan: Kalabalık bir gurup içinde koştum. Etrafımız yarışmacı anlamında hemen hemen hiç boş kalmadı. Bunun bende yarattığı ilk izlenim yarışa yoğun bir seyirci ilgisi olduğu yönündeydi. Ancak yarış ilerledikçe fark ettim ki İstanbul’un en kalabalık noktalarından geçerken bile ortada fazla destek yoktu. Sağda solda birkaç meraklı ve genelde turistlerin desteği vardı. İstanbul pazar günü bile işinde gücünde. Sanırım trafik eziyeti yüzünden bize kızanların sayısı çok çok fazlaydı.
Avrasya Maratonu start
- Önümüzdeki yıllar için ben olsam şunları eklerdim diyebileceğiniz detaylar var mı?
Aykut:
  • 8 km, 15 km ve maraton yarışlarının aynı anda başlaması köprü üzerinde kalabalık bir görüntü sağlayıp iyi resim vermesi dolayısı ile tercih ediliyor. Fakat dünya standartlarında bir maraton hedefleniyorsa artan koşucu sayısı ile buna artık bir düzenleme yapılması gerek. 8 km ve 15 km belki benzer olarak nitelendirilebilecek mesafeler fakat maraton mesafesi bunlardan çok ayrı bir strateji gerektiriyor. Ben olaya maraton koşan biri olarak baksam da, 8 km ve 15 km koşanların arasında da koşuya yeni başlayanlar olduğu kadar elit atlet statüsüne yakın çok sayıda koşucu var. Onların da yavaş ve kontrollü başlamak durumunda olan maratoncuların arasından slalom yaparak koşmak istediklerini zannetmiyorum. Başlangıç saatlerinde ufak farklılıklar yaparak bunu uygulamak gayet kolay. Bu arada şunu da söyleyeyim ki, 8 km koşusunun eklenmesi bence son derece olumlu. Bu sayede koşuya yeni başlayanlar da bu heyecana ortak olma şansına sahip oluyorlar.
  • Maratonda başlangıç noktasına gelenler artık 2500’e yaklaşıyor. Önümüzdeki sene sponsorların da katkısı ile bu sayı biraz daha artabilir. Tempo grupları oluşturulması için bence bu yeterli bir sayı. Şu anki formatta iki seçeneğiniz var: 1- Başlangıç karmaşasından daha az etkilenmek için 45 dakika önceden ön taraflarda yer alıp, ısınamadan olduğunuz yerde kaskatı şekilde bekleyeceksiniz. 2- Isınmanızı yapacak ama arkalardan başlayacaksınız fakat bu sefer de kendi hızınıza uygun olmayan birbirinden çok farklı mesafelerdeki koşucularla birlikte temponuzu bozan bir start alacaksınız.
  • Bana göre artık madalyalara yeni bir tasarım yapılma vakti geldi. 2009’tan itibaren tüm madalyalar aynı. Sadece üzerindeki yıl değişiyor. Belki madalya ve t-shirt tasarımı konusunda bir yarışma açılıp elemeden geçen adaylar koşucuların oylarına sunulabilir. Kadınlar için de değişik bir kesim uygulanmasında yarar var. Her şeyin maliyetle ve katılım ücreti ile orantılı olduğu bir gerçek ancak bence bir yarışın tanıtımının yapılması isteniyorsa en son kısılacak yerlerden biri verilen t-shirt  olmalı. Güzel olursa yerli yabancı herkes yıl boyu giyip yarışın reklamını yapar, aksi takdirde bir köşeye atılır.
  • İlk kez bir maratonda bitirdiğimde madalya boynuma takılmadı ve madalyanın verilen torbanın içinde olduğunu öğrendim. Madalyanın yarışı tamamlayan koşucunun boynuna takılması âdettendir. Ne sebeple olursa olsun bence bu değişmemeli.
  • Sultanahmet’teki bitiş noktası ambulanslar, masaj çadırları, görevliler derken çok sıkışık ve karmaşık. Mekân değişmeyecekse daha iyi düzenleme ve görevlililerin yönlendirmesine ihtiyacımız var. Bu konuda biz koşucuların da hataları var. Yarışı bitirdikten sonra o bölgede bekleyip kalabalık yapıyoruz.
  • Maraton sonuçları erkekler, kadınlar, türk sporcular ve yaş grupları olarak ayrı ayrı tasnif ediliyor. Son derece güzel. Ancak her büyük yarışta olduğu gibi burada da maratona katılan tüm sporcuların cinsiyet, milliyet ve yaş ayrımı olmadan görülebileceği tek bir listenin de olması gerekir diye düşünüyorum.
  • Anadolu tarafında ikâmet eden biri olarak Taksim ve Sultanahmet’den başlangıç noktasına koşucuları taşıyan otobüsleri kullanmadığım için haklarında  yorum yapamıyorum. Fakat Anadolu tarafı için de hiç olmazsa Kadıköy’den kalkıp köprünün Beylerbeyi ayağına sporcuları taşıyan otobüsler koyulması düşünülebilir.
  • Parkur üzerinde müzik ve animasyonlarla motive eden ve destek veren ekipler oluşturulması teşvik edilebilir. Yurtdışındaki örneklerden belki henüz uzağız ama birkaç yıl önce Runtaya’da bunun güzel örnekleri verilmişti. Belli yerler belirlenerek büyük şirketlerin bunlara sponsor olması ve kendi ekiplerini getirmesi üzerine yoğunlaşılabilir. İlk 20km şehir içinde geçildiği için sorun daha az ama 30.km’den sonra ve özellikle 35-40km’ler arasında bu tür destekler çok önemli. Her maratonda 35.km’den sonrası zordur ama Avrasya’da parkur yapısı itibariyle bu bölüm koşucunun kendini en yanlız ve sahipsiz hissettiği bölüm.
  • Hem Avrasya hem Runtalya için her sene söylediğimiz gibi enerji içecekleri büyük şişelerde olduğu için maalesef israf oluyor. Üstelik arkadan gelenlere kalmayabiliyor. Ayrıca istasyonlarda verilen elma koşarken yenilmesi çok zor bir meyve. Yanlış hatırlamıyorsam 2010’da muz da verilmişti. Ancak muzlar da israf olmaması için bütün olarak değil, ikiye bölünmüş halde verilmeli. Muzun maliyeti yüksek olacaksa en azından mandalina bile elmadan daha rahat yenen bir meyve olacaktır diye düşünüyorum.
  • Her 5km’deki ve yarı maraton noktasındaki çip kontrol noktaları son derece başarılıydı. Ancak koşarken 14.km’deki Feshane U dönüşünde ve 28.km’deki Bakırköy U dönüşünde kontrol noktası olmaması beni çok şaşırttı. Bu noktaların suistimale açık olduğunu düşünmüştüm. Yazıyı yazmadan önce eksik bildiğimiz konular olabilir düşüncesi ile Depar Timing’den Sayın Turan Faruk Yaraş’a bu konuyu sordum. Kendisi de nezaket gösterip bilgilendirmede bulundu. Kötü niyetli kişilere yardımcı olmamak adına açıklamanın detaylarına girmiyorum fakat başka kontrol mekanizmaları da olduğu konusunda bilgi verdi. Sonuçta bu konunun uzmanı kendileri. Önümüzdeki yıllar için bir değişiklik gerekip gerekmediğini değerlendireceklerdir. Ben kendisine ilgisi ve hassasiyeti için teşekkür ediyorum.
Ilgaz: 
  • Artık çoğu maratonda pacer denen tempo veren atletler görev yapıyor. Organizasyonu zor olmayan ve katma değeri büyük bir detay bu. Kısaca açıklarsak; belli sürelerde bitirmeyi hedefleyenler için o sürede koşan görevliler oluyor, bu görevlilerin taşıdıkları bayraklarda veya balonlarda hedef süreleri yazıyor, o görevli ile birlikte koşarsan yarışı o sürede bitiriyorsun. Gönüllülük kapısı açılsa birçok başvuru olacağından eminim ama yıllardır yapılmıyor nedense.
  • Fotoğraf konusu da büyük eksiklik. Aslında bu organizasyona ek bir kazanç kapısı. Bu iş aynen düğünlerde,  nişanlarda olduğu gibi profesyonel bir firmaya ihale ediliyor, yarış sonrası isteyen koşucular göğüs numaralarını girerek internetten kendi fotoğraflarını satın alıyorlar. Hem anı, hem de ciddi bir kazanç.
  • Hatıra niteliğinde şapka, T-shirt, ceket, çorap bile satılıyor yurt dışı örneklerinde, bizde hala yok.
  • Seyirci yol boyu az olsa da bitiş her sene en renkli alan oluyor. Seyyar tribünler kurulsa belki daha çok kişi daha rahat seyredebilecek bitişi.
  • Antalya’da Öger zekice bir iş yapmıştı, yol boyu yer alan otel ve restaurantlara su masası kurdurmuştu, her işletme kendi önünde masa kurup kendi reklamını yaparak su vermişti, bu devreye alınabilir.
  • Canlı müzik, hatta banttan yayın müzik bile koşu esnasında çok motive edici oluyor. Yurt dışındaki maratonlarda canlı müzik yapmak isteyen gruplara imkan tanınıyor, ses tesisatı kurulup tente gibi çadırlar bile sağlanıyor. Tempolu olduktan sonra her türlü müzik kabulümüzdür koşarken.
  • Yollar araç ve yaya trafiğine karşı da iyi korunmuştu bu sene, daha önce bazı noktalarda karşıdan karşıya geçen alakasız yayalarla çarpışma riski olabiliyordu.
Mert:
  • Start noktas için daha kayıt sırasında tempo grupları ayarlamak çok zorsa bile en azından tempo tabelaları ile koşucular uyarılabilir. Böylece hedef temposudaki tabeladan start almayı düşünebilir.
  • Bitişte sadece koşucuların yürümesi için ayrılmış bir koridor olmalı ve her iki tarafında sırasıyla enerji içeceği, su, meyve veya tuzlu yiyecek bir şeyler yer almalı. Böylece düşünecek halde bile olmayan koşucu hiç çaba sarfetmeden yavaş yavaş bitişten uzaklaştırılırken bir yandan da ihtiyaçlarını karşılar.
  • Böyle bir maratonun madalyalar daha güzel olmalı ve koşucunun boynuna takılmalı.
  • Yol boyunca koşuculara karşı yapılabilecek saldırılara karşı üst geçitler veya daralan virajlar gibi yerlere güvenlik görevlileri yerleştirilebilir. Bu yılki yarışta önümdeki bir gruba üst geçitten kovayla su döktüler. Madem halkı bunu yapmanın saçmalığı konusunda bilgilendiremiyoruz o zaman yapmalarını engelleyelim.
Noyan: Sürdürülmesi gereken bir organizasyon, orası kesin. Start alanının daha kolay ulaşılabilir bir noktaya taşınmasını sağlardım. Bitiş noktasında yarışmacıları bekleyen ve onlara madalyalarını veren gönüllüler olmasını sağlardım. İtiş kakış alınan bir naylon torbanın en dibinden çıkan madalya önemini de yitiriyor. Bitiş alanını aktivitelere göre yeniden düzenler ve yarışmacıların daha rahat hareket edebilmelerini sağlardım. Bu sene hava çok sorun yaratmadı ama Kasım ayı İstanbul’da maraton koşmak için en doğru zaman mı bilmiyorum. Sanırım bu tarihlerin seçilmesinde yurt dışındaki diğer yarış tarihlerinin etkisi var ancak her 4 yarıştan 3’ü yağmur altında yapılırsa iş kişiler için keyifli bir gelenek olmaz.
- Koşu yarışları ve sosyal sorumluluk son yıllarda ilginin hızla yükseldiği bir konu. Sizin bu konudaki görüşleriniz nasıl?
Aykut: Londra maratonunda başlangıç yılı olan 1981’den bu yana 500 milyon sterlinden fazla bağış toplanmış. Bu kavram ülkemizde yeni olsa da Adım Adım’ın önderliğinde son yıllarda çok büyük ilerleme sağlandı. Konunun toplumda duyarlılık yaratmasının yanısıra artık birçok büyük şirket koşu yarışları için sosyal sorumluluk projeleri için kendi takımlarını kurmaya başladı. Tüm bunlar çok önemli gelişmeler. Ayrıca bu yıl ilk defa kayıt tarihleri kapandıktan sonra belirlenen Sivil Toplum Kuruluşları adına küçük bir miktarda bağış yapılması karşılığında yarışa katılmak isteyenlere geç kayıt imkânı tanındı ki bu kararı son derece başarılı buldum. Umarım önümüzdeki senelerde de devam eder.
Ilgaz: Kendime çok yakın bulmasam da bu gibi girişimleri iki yönden olumlu karşılıyorum; birincisi bir şekilde kamuoyunun dikkatinin çekilmesi ve maddi manevi destek toplanması, ikincisi de koşu sporunun bu sayede gündeme gelmesi, doğrudan koşu ile ilgili olmayan kişilere bile ulaşıyor olması. Bu konuda ilginin gittikçe artması da bu anlamda güzel, yurt dışında benzer sistemler epey gelişmiş ve oturmuş durumda.
Mert: Koşu yarışlarına ilginin bu kadar az olduğu ve hatta koşana deli gözüyle bakılan bir ülkede bu kadar başarı bile bence şaşırtıcı.
Noyan: Bu yarışta ben de çalışanı olduğum topluluğumuzun sosyal sorumluluk projesini tanıtmak için koştum. Evet bu yükselen bir trend. Sosyal sorumluluk anlayışının sporcularda çok daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Özellikle koşucular, yaptıkları sporun yalınlığı ölçüsünde olumlu ve hassas insanlar. Koşu her ne kadar bireysel bir spor olsa da bizim seviyemizde koşanlar için bir sosyalleşme aracı. Bir çok insan yapılan destek girişimlerini koşuyla bağdaştıramıyor, koşarak insanlara nasıl yardım edebileceğini anlayamıyor. Ancak, koşu, bu iş için herhangi başka bir sosyal aktiviteden çok daha etkili bir araç.
- Gelecek yıl bu parkurda maraton koşmayı planlayan insanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Aykut: Bu yılki yarıştan sonra tavsiyem sahile rüzgâr panelleri kurulması için imza kampanyası başlatılması yönünde! Şaka bir yana, maraton öncesinde yazdığım bu yazıdaki görüşleri tekrar etmek istemiyorum. Kısaca ekleyeceğim şey şu: Avrasya maratonunun ilk yarısı şehirde keyifli bir gezinti. Bu anların zevkini çıkarmaya bakın. Çünkü Yenikapı’dan sahile dönünce iş ciddiye binecek. Bakırköy’deki U dönüşünden sonra gerçek maraton başlayacak. Bol şans!
Ilgaz: Fırsat bulurlarsa gerçek parkurda antrenman yapsınlar. Özellikle maraton antrenman programlarında hep yer alan uzun koşularını yarışın sonunda o mesafelere denk gelecek yerlerde koşsunlar. Bakırköy dönüşü sonrası yarışın en zor kısmı; buralar hem seyirci koşucu olarak en yalnızlık çekilen yerler, hem geride bırakılmış kilometreler ile ağırlığın çökmeye başladığı yerler, hem de mevsim itibariyle denizden gelen sert rüzgarlara maruz kalınıyor. Buraları görmek bilmek avantaj sağlayacaktır. Çevreyi tanımak, parkur üzerinde küçük hedefler koyabilecek noktaları saptamak önemli.
Kendilerini izlemeye gelebilecek eş dost varsa trafik durumunu da göz önünde bulundurarak yakınlarını uygun yerlere davet etsinler, Avrasya’da halkın desteği az, tanıdık bir ses duyup yüz görmek iyi gelecektir.
Mert: Yokuş çok fazla olmasa da yarış planını etkileyecek miktarda ve yerleşimde. Başlarda yavaşlatan sonra birden hızlandıran eğimli yerlere dikkat etmek plandan çok şaşmamaya çalışmak gerek. Ayrıca yarışın sonunda bacakların bacak olmaktan çıktığı noktalarda bazı çıkışlar mevcut. Bunlara zihnen hazırlıklı olmak ve morali bozmamak gerek. Son 10km destek beklemeyin, uzun mesafe koşucusunun yalnızlığını yaşayacaksınız. Özetle, Avrasya için diğer maratonlardan biraz daha fazla zihinsel çalışma şart.
Noyan: Start alanına nasıl geleceğinizi iyi planlayın. Diğer taraftan şehir dışında kalıyorsanız kalacağınızı yeri de iyi planlamanızda fayda var. Bir araya gelen bu iki denklemi İstanbul’u iyi tanıyan birinden yardım alarak çözmeye çalışın. Hava durumunu kontrol edin. Startın soğuk olacağı kesin, yağmur ise yüksek bir ihtimal. İyi antrenman yapın.



(kaynak: koşu gazetesi )

Monday, November 12, 2012

34. Avrasya Maratonu' nun ardından... (15K)

Hava şartlarından emin olamadığım için üstüme ne giyeceğime karar vermem tahmin ettiğimden fazla sürdü ve tabii ki(!) evden geç çıktım. Taksi şoforü amcanında fazla sakin sürmesi sayesinde alana vardığımda yarışın başlamasına sadece 8 dakika vardı ve Kadir Topbaş 3-2-1’i sayarken (gülmek yok) ben  yine tuvaletteydim... Olaysız bir Start yaşayamamamdan ötürü korkarım bir
 ‘Banu klasiği’ olmaya başladı bu durum : ) Neyse ki silah patladıktan sonra sadece 3 dk geç başlamışım bu defa.


Boğaz köprüsünde koşmanın daha keyifli olacağını düşünüyordum.

Önümde yürüyen koşucular, Avrupa yakası tarafından sallana sallana cep telefonuyla konuşarak gelen sivil vatandaşlar, koşan kitlenin arasına kasabaya atını şaha kaldırarak giren kovboy gibi dalan motorsikletli adam ve arkasında halkını selamlayan kraliçe edasıyla etrafa el sallayan kadın yada yine köprünün üstünde ters yönden ilerlemeye çalışan ambulans gibi görüntülerle yarışın ilk kilometrelerinde karşılaşınca; hem can güvenliğim açısından, hemde ' Yetkililerin en yoğun olduğu Start böyleyse ileride bizi neler bekliyor acaba ? ' düşüncesiyle  baya bir dumuralize oldum açıkçası.

Start alanına son dakikalarda geldiğim için ben mi göremedim o hengamede bilmiyorum fakat özellikle ilk kilometrelerde ( koşucularla keyifçiler henüz ayrışmamışken ) kitlede bir pace sıralaması algılayamadım ve insanların koşan, yürüyen, depar atan halleri arasında onlara çarpmamak ve onlar tarafından çarpılmamak için o kadar dikkat ettim ki manzaranın doğru düzgün tadını çıkaramadım.

Barbaros Bulvarı’nın başından Galata Köprüsü’nün sonuna kadar olan bölüm ve finishten hemen önceki Gülhane Parkı’nın içinden geçtiğim kısım manzara olarak en çok keyif aldığım noktalardı.


Yakın zamanda maraton koştuğum için hala yorgun olmamında etkisi vardır muhakkak zira Avrasya Maratonu parkurunu -en azından koştuğum kısmı için- sevmedim ben.
Bu tamamen kendi kişisel fikrim. Çok sevenler olabilir, alınmasınlar.
Gülhane çıkışını finishe bağlayan yokuş neydi öyle...Bir an önce bitsin istedim. O yokuşu çıkarak maratonu tamamlayan herkesi can-ı gönülden tebrik ederim.


Bu yarışta kendi adıma çok yorulduğumu hissettim. Amsterdam’da 35 km’den sonra hissetmeye başladığım bitkinlik Avrasya Maratonu’nda 10km civarında kendini gösterdi. İnişli çıkışlı parkur koşucunun tatmin olma seviyesine göre cezbedici olabilir, benim için ise düz olmayan her yol ve özellikle o son yokuş tam anlamıyla ‘bezdirici ‘ idi. Anladım ki ben ‘düz yol’ koşucusuyum. En azından şimdilik... Bu kadar çabuk yorulmamda atmosferinde etkisi olduğuna inanıyorum.
Böylesine tepkisiz bir seyirci kitlesi göreceğimi tahmin etmemiştim. Benim koştuğum sıralarda zaten genel olarak boştu etraf. Kalabalık  izleyici kitlelerinin olduğu tek tük noktalarda ise alkışlayan, destek verenlerin %99’u yabancıydı ki onlarında bir elin parmaklarını geçmediğini düşünürsek aval aval bakan insanların yanından sessizce koşmak motivasyon açısından pek besleyici olmadı açıkçası. Kendi insanımız kendi şehrimizde kendi koşan insanına hemen hemen hiç tepki vermiyor. Çok ilginç... Neyse ki koştuğum ilk bir saatte pırıl pırıl bir güneş vardı havada, saçtığı ışınlar, kulağımdaki müzik ve şehrin kendi güzelliği keyiflenmek için yetti. İşte böyle bir şekilde 1.20 ile bitirdim 15K’yı.


Katılımcıların değil fakat organizasyonun ruhu yoktu bence.
Yani birşey eksik gibiydi his olarak.  Bana öyle geldi en azından... 
Sinan ve Tuğçe’nin yazdıklarınıda okuyunca hem parkur olarak hemde bir hatun kişisi olarak iyi ki ilk maratonumu Avrasya’da koşmamışım dedim kendime. 




Kaplumbağa & Tavşan ya da Hiçbiri..




Dilimizden düşmeyen Avrasya Maratonu geldi ve geçti bile. Koşu hikayelerimiz çoğalırken alınan tecrübeler gitgide büyüyor ve benim çok hoşuma gidiyor bu. Evet kendi adıma koştuğum en kötü yarışlardan biriydi fiziksel olarak ama yine de çok keyifli anlar yaşadım, pişman değilim. Her şeyden önce ben ilk kez Avrasya’da koştum ki bu bile çok güzel bir deneyim. Memnuniyetsizliklerim çok fazlaydı bitirdiğimde hatta arkadaşlarıma Istanbul’da bir daha maraton dener miyim bilmiyorum bile dedim. Ama zaman ne getirecek hep beraber görücez. Kısaca koşu hikayemi anlatıp gözüme batan şeylerden bahsedeyim hepimiz için.

Cumartesi günkü hava aşırı gözümü korkuttu bir kere, çok ağır sağnak yağmur vardı, gözüm devamlı dışarda yarın böyle olursa naparız diye düşünürken buldum kendimi sık sık. Pazar sabah kalktığımda (bence) koşu için mükemmel bir hava vardı. Ama bir yandan ciddi hiçbir hazırlık yapmadığım, ne beslenme, ne düzgün antreman olarak aklımdaydı. Benim koşuyu sevmemin en büyük nedenlerinden biri, kafam karıştığında, hareket etmek istediğimde ayakkabılarımı giyip yapabileceğim ve günün sonunda kendimi çok mutlu hissedeceğim bir şey olması. Açıkçası haftada 3-4 koşuyorum tamamen içimden geldiği (düşünülecek çok şey var :) ve vücudum istediği için. Ama bildiğimiz gibi 42km koşmak için bundan çok büyük bir disiplin ve program gerekiyor. Hep denilen yarı maraton ve maraton arasında 21kmden çok daha fazlası var sözü de aklımdaydı. 21’i bir şekilde düzenli koşan herkes bitirebiliyor çünkü ama 42 bambaşka bir hikaye.




Şimdi burda bir parantez açmak istiyorum, koşu sabahı yine arkadaşlarımla beraber giderken çok mutlu oldum, çünkü hepsi bir şekilde beni sayemde koşuya başladılar ve bu beni baya mutlu ediyor. Ama Avrasya sonrası (15K koştular) hepsinde sakatlıklar meydana geldi. Koşuya yeni başlayanların temposunu gerçekten çok iyi ayarlamaları gerekiyor. Yani yarışı çabuk bitirmek adına kendinizi zorlarsanız cezasını çok uzun süre çekiyorsunuz. O yüzden onlara söylediğim şeyi tekrar ediyorum burdan, lütfen vücudunuzu dinleyerek koşun ve zamanı unutun. Zaten o size her şeyi söylüyor bir şekilde inanın.

Neyse gelelim bana, yarış alanına gittik eşyaları vereceğimiz otobüsü ararken biraz vakit kaybettik. Sonra ben maraton kısmına geçtim, pek fazla ısınamadım açıkçası. Hatta köprüyü geçerken hayatımda ilk kez koşarken bileğimde hafif sızı hissettim ama önemsemedim. Barbarosa kadar gayet tempomu ayarlayarak güzel güzel geldim, güneşin çıktığı yerler de biraz sıcak geldi ama genel olarak hava olumluydu. Önceki gece playlistimi güncellemiştim, Efe ve Alevin katkısıyla, Sinan’ın da yazısındaki şarkıların hemen hepsi vardı playlistimde nerdeyse. (yazı çok iyi bu arada) Hatta starta başlamamla “Don’t Stop Me Now” ve “Rolling in the Deep” arka arkaya geldi köprü geçerken baya iyi denk geldi. Benim problem Barbaros’da başladı aslında çünkü yokuş başında “I Bet You Look Good on the Dancefloor” çaldı ki kendisini nerde duyarsam duyayım dans ediyorum zaten istisna yapamadım. Burda pace’im tamamen kaydı ve Barbaros'tan aşağı uçmaya başladım derkenn “Ben Böyleyim - Athena” (Efe’ye kucak dolusu sevgiler) çalmaya başlamaz mı, bu noktada cidden koptum, bugüne kadar koşarken geçirdiğim en keyifli anlardan biriydi diyebilirim.
Aynen şu yandaki resimde söylenen şeyi yaşadım, belki bir 5-10 km daha devam edebilirdim ordaki 4,5’luk pace’im olmasa ama inanın umrumda değil ve hala değdiğini düşünüyorum. Her neyse Barbaros’tan gayet güzel indim sonra devam ettim. Yanımda yeterince su vardı, ondan durmadım. Tophane civarında sol bileğimde sıkıntı başladı, orda tuvalete de girmek için kahve dünyasına girdim, biraz masaj yaptım, oyalandım ve devam ettim. Burdaki sorun şuydu sanırım önceki akşam menisküs olan sağ dizimi Efeyle bantlamıştık. Nedense bana sorun çıkarmamasına rağmen ona yüklenmemek için sola biraz ağırlık verdiğimi düşünüyorum. Masaj iyi geldi bundan sonra güzel bir tempo tutturdum, 
 


Galata’yı geçtim gayet iyiyim hatta kafamda yavaş yavaş kaplumbağa misali bu yarışı bitiricem sanırım diyorum, gaza gelip kendimi tavşan sandığım anları unutarak. Neyse 15Kcılarla ayrıldık ve devam ediyoruz Eyüp’e doğru, burada size pace buddy’mi tanıştırmalıyım ki biraz fikriniz olsun :) sonradan kendisini geçtim ama bir süre arka arkaya gittik ben maratonu bırakırken yine onun arkasından bakakaldım hatta. Eminim bitirmiştir, helal olsun. 






 Benim için asıl problem Eyüp dönüşü başladı, cidden hem mola verdiğim, hem yavaş koştuğum için bütün maraton koşanları ters taraftan selamladım nerdeyse, ki aşırı moral bozucuydu. (o arada bir yerde Sinanko’yu da gördüm hatta) Eyüp’ten döndüğümüz noktadan itibaren sağ kalçam alarm vermeye başladı aynen Eymir’deki gibi. Sanırım burda da bileğe yüklenmeyeyim diye sağ tarafa ağırlık vermemden kaynaklandı. Eyüp dönüşü inanılmaz sıkıcıydı ve bir kız olarak beni aşırı rahatsız eden laf atmalar, sarıklı, şalvarlı amcalar başladı. Energy jel’i 5K önce açmıştım ama vanilyalı powerbar gel almıştım ve cidden bana tadı çok çok çok kötü geldi. Her neyse artık Unkapanının oralara geldiğimde kalçam yürürken bile acımaya başladı ve devam edersem sakatlık çıkacağından emindim. Tabiiki yollar burda da çok şenlikliydi. Bedava sulardan alıp yolun ortasında birbirini ıslatan çocuklar, kolkola koşanların önünde duran adamlar. Kalçamla beraber sinirler de gerildi benim biraz. Aksaray’a geldiğimde (19.5) daha fazla devam edemeyeceğimi düşünerek bıraktım. Şimdi burda hep şunu derdim kişilik olarak sakatlasam da kendimi bitirmeye kasarım, öyleyimdir çünkü. Gerçekten kör topal gidebilirdim bir 5-10 km daha ama kalçam 2 günde iyileşeceğine 2 ayda iyileşirdi ve bunu yapmak istiyor musun kendine diye sordum. Cevap çok netti, benle maraton koşan birkaç yabancı devam etmem konusunda ısrar ettiler durup ama kalçamdan bahsedince onlarda bırakıp gittiler. Sonuçta ben hedefim olan 25-30 km’yi bırak, YM mesafesini bile bitiremeden, (ama ulaşım için stratejik bir noktada) yarışı bıraktım.

Organizasyonla ilgili yine iki kelamım var bitirmeden, şimdi Amsterdam’ı yeni koştuk diye midir nedir her şeyin nasıl tıkır tıkır gittiğini görünce burdaki her şey gözüme battı. Başlangıç zaten düzensizdi her zamanki gibi, onu geçtim 8K’cılar sağ tarafta kendi yarışlarını bitirip ellerinde torbalarla bizim yolda çarşıda gibi yürümeye devam ettiler. Önümde Berlin duvarı gibi 5-6 kişi yanyana yürüyordu ki bir tanesini ittim resmen, aynı şeyi arkadaşlarım da yaşamış. Organizasyondan çok sanırım bazı şeyler kültür meselesi aslında, beni cidden çok rahatsız eden şeyler yaşadım yol boyunca, bu kadar güzel bir şehir, anlamlı bir yarış ve kendi vatandaşı bile bir daha koşmayabilirim diyor. Çok yazık.. 15 K bitiren arkadaşlarım ki bir tanesi sakatlanmıştı 1 saat boyunca eve dönüş için ulaşım bulamadılar, ağlamışlar artık sonunda. Bir de yarış boyunca stationlarda elma verip bitişte muz verilmesi olayı var ki, tam tersi olması gerektiğini biri hatırlatmalı sanırım. Neyse iyisiyle kötüsüyle bir koşu daha geride kaldı, bir sürü tecrübe edindik dünden daha iyi olarak yolumuza devam ediyoruz aldığımız derslerle. (umarım:)

Yarış başında Kadir Topbaş’ın konuşmasını yakalayamayanlar olmuştur belki, kendisi bir maratona start verirken yavaş yavaş koşun kendinizi yormayın demiş sanırım. Lütfen tavsiyelere uyalım:) 

Yandaki söz de sinanko ve bana gelsin :)

Herkese tekrar iyi koşular ve sevgiler! 

Tuuce

Best Fail Compilation

Aylardır hazırlandığımız, üstüne bol bol konuştuğumuz, heyecanla beklediğimiz 2012 Avrasya Maratonu sonrasında blog yazarlarımız arasında hala tek maraton koşabilmiş kişi Banu olarak kaldı; işin Türkçe'si beceremedik.

Işin hikayesi: Banu'nun tavsiyelerinden de yola çıkarak son hafta ciddi bir karbohidrat yüklemesi yaptım, playlist'imi kendine getirdim, stresin çoğunu üstümden attım, kafaca son derece hazırdım starta geciktiğim sırada. Tecrübe dediğin böyle bir şey işte; zaten daha önce de koşulara geç kaldığım için kafa olarak oldukça rahattım. Isınmamı yaptım, kamerayı tam başlatacaktım SD kart çalışmadı ve onu değiştirdim. Sonra da ufak ufak köprüye doğru yollandım. Bu sırada sadece 4 dakika geç start almıştım ki çok kritik bir durum yok ortada. Biraz fazla 8 km koşanların arasından başladım ama zaten Barbaros'a geldiğimde ufak ufak 15K'cıları, Beşiktaş'ta maratoncuları yakalamıştım pek tempo yapmamış olsam da. Kendime her su istasyonunda duracağıma dair söz vermiştim, o yüzden hiç gerek olmasa da Şampiyon Kokoreç'in önünde de durdum, 6. km'de. Sonra Fındıklı'da 8K bitti, Galata'yı geçtik, dönüşte olan 15K'cıları gördüğümde hala "oh ne güzel başladık, daha anlamadım bile diyordum". 10 K ve 1 saat olmuştu bu arada.

Insan beyni öyle enteresan bir şey işte. Annelerimizin yemek yaparken kurdukları alarm gibi ben de kendi beynimi koşacağım mesafeye kuruyorum. 5K koşacaksam 6. kilometrede bayıyorum. 10'sa 10, 21'se 21, 42'yse 42. Tabi kafayı 42'ye kurunca da 10K ısınma turu gibi geliyor. Gerçek anlamda maraton, 15K'nın Kadir Has'ın önünden döndüğü, seninse devam ettiği anda başlıyor sanki. Bundan sonra sadece sen ve fellow maratoncular var. Eyüp'e kadar güzel gittim, mis gibi döndüm. Etrafta Fred Çakmaktaş kostümlü bir abiden kanatları ile toptan bir arıya dönüştü Çinli ablamız vardı mesela. Hala onları izliyordum. (bir not; şehrimizin göbeğinden geçen Golden Marathon'un tadını koşan ve/veya destekleyen yabancılar çıkarıyor, bizimkiler sadece yollar kapandığından küfrediyor).

Unkapanı'na dönüp Fatih'e doğru yokuş çıkmaya başladığım sırada (18K), planım mükemmel işliyordu. Neredeyse yarı maraton mesafesine gelmiştim, istediğim tempoyu tutturmuştum ve vücudumda herhangi bir yorulma veya sakatlık izi yoktu. Planımın bu kısmında yokuşu yürüyerek çıkmak vardı ama yokuş beklediğim kadar dik değildi ve yürümeye başlayınca sıkıldığım için koşmaya devam ettim. Ne de olsa farklı kasları çalıştırıyor yokuş yukarılar diye de avunarak Haşim İşcan geçidine geldim, sonrasında da yavaş yavaş Yenikapı belirdi. 20K. Yarı maraton mesafesini neredeyse bitirdim, aynen devam. Benim için asıl zor olacak yerin burası olacağını düşünüyordum. Dümdüz, hiç farklılığı olmayan bir yol. Git ve gel. Hem Eyüp hem Bakırköy git-gel'leri biraz can sıkıcı, aynı mesafeyi git-gelsiz bir yolda yapmayı tercih ederdim.

Yarı maraton mesafesini geçtikten sonra hem vücudum hem aklım bilinmeyene doğru adım atmıştık, bundan sonraki her adım daha önce gitmediğim uzunluklara gidiyordu. 25. km'den itibaren de garipsemeye, arızalar çıkacağının haberlerini vermeye başladı vücut. 22.5'da ilk energy gel'imi almıştım, 5 km'de bir alacaktım 4 tane. Ama artık vücudum yavaşlamaya ve zorlanmaya başlamıştık. Durup stretching yaptım, biraz yürüdüm maratonu 3.5 saatte bitirecekler yolun öbür tarafından Sultanahmet'e doğru uçaradım koşarken. Bu sırada arkadan soğuk soğuk esmeye başlayan rüzgar da baymıyor değildi. Sonra AdımAdım'dan bir ekip, engelli bir çocuğu özel aracında taşırken yanıma geldiler. Ben de onlarla bir süre tempo yaptım, hatta geçtim de, ama daha sonra yine yürümeye başladım. Maalesef yarı maratondaki gibi durmadan koşmadığım için kendime bir tavşan bulmam da oldukça zor oldu. 3-5 tavşan birden belirledim ben de. Onlar yürürken geçiyorum ve bir sonraki tavşana takılıyorum, sonra ben yürürken onlar beni geçiyor vs.

Kafamda hep 33K hedefi vardı. Uğurlu sayım olması dışında eğer o mesafeye gelirsem ne yapıp edip bitiririm diyordum. Ondan önceki hedefim 30, bir önceki hedefim de U dönüşü yapılacak olan 28. K'daki Gelik restorandı. Gelik'e geldim ama geldiğimde artık fizik olarak oldukça düşmüştüm, neredeyse sadece yürüyordum. Sıkıntım da şuydu: mental olarak çok hazırdım ve hala çok istiyorum, enerji olarak da sıkıntı yaşamıyordum ama bacaklarım reddediyordu dahasını. Bahsettiğim soğuk rüzgarı da önden alarak başladım Bakırköy-Sultanahmet yoluna. Koşu pace'im 9'lara kadar inmişti artık, o da sinirimi bozdu. Yani ben kendimi zorlayıp koştuğumda aslında hızlı bir yürüme temposuna anca erişiyordum. O halde yine de koşa-yürüye 29'a geldim. Kendime dedim ki 30'a kadar hiç durmayacaksın, hep koşacaksın. Ve bunu da yaptım. Gerçekten 29-30 arasında hiç durmadan koştum. Ama sonrasında moral bozucu hamleler arka arkaya gelmeye başladı. Önce son koşucuyu takip eden ambulans öbür taraftan geçti, sonrasında bir kamyonet kilometre tabelalarını toplamaya başladı. Yani yavaş yavaş parkur kapanıyordu ve ben hala 30.5'teydim. Artık yürürken diğer yürüyenlere de geçilmeye başlamıştım ve hala yolum vardı. Çok denesem çok istesem de o marş motoru basmıyor ve ben tekrar anlamlı bir tempoda (veya herhangi bir tempoda) koşamıyordum.

Artık 32.5K'da, 10 kilometreden az kalmışken, Abdi Ipekçi'nin sahile bağlandığı noktada yarışı bıraktım. Çünkü kramp sinyalleri bir süredir geliyordu ve ben artık daha adım atacak halde değildim. Parkur kapandıktan sonra da koşmak istemiyordum. Insan nerede durması gerektiğini de bilmeli galiba.

Mutsuz değilim. Elimden geleni yaptım, gerçekten daha fazlasını yapamazdım. Ayağımı kaldırıma çıkaramayacak kadar bittiğimde bıraktım. Ve benim için çok büyük bir tecrübe oldu. Kafa olarak çok konsantre şekilde hazırlansam da, isteğim çok olsa da bilinçli şekilde hazırlanmamıştım. Onun getirdiği limit de buydu. Hayatın bir Amerikan filmi olmadığını, yeteri kadar emek vermezsen bazı şeyleri yapamayacağını hatırlatması iyi oldu. Ve kamçıladı. Şu an antreman yapmak, o maratonu tekrar denemek için yanıp tutuşuyorum. En yakın zamanda daha bilinçli bir şekilde antremanlara başlayıp seneye çok daha iyi bir şekilde geri dönmek istiyorum. Öncesinde belki başka maratonlarda koşar ve o mesafeyi bitiririm ama asıl hedefim hep Avrasya olacak. Yenicem seni Istanbul!

Saturday, November 10, 2012

Playlist of a Marathon

Ah, maratona sadece bir gün kaldı. Yarın sabah maraton.

Bildiğim kadarınca koşarken müzik dinleyen, hatta müziksiz koşamayan kişi sayısı pek az değil. Bendeniz de bu grubun bir üyesiyim. Bu pazarki Avrasya Maratonu'nda yaklaşık 5 saatlik bir yalnızlıkta müziğimle beraber finişe ulaşmaya çalışacağım. Su, powergel, bacaklarım ve kamera dışında yanımdaki tek arkadaşımın inceliklerini sizlerle de paylaşayım dedim. Maratonumun mixtape'ine hoşgeldiniz:

Adele - Rolling in the Deep (şundan beri her bu şarkı çaldığında aklıma sadece koşmak geliyor)
Arctic Monkeys - I Bet You Look Good on the Dancefloor
Belle&Sebastian - I Want the World to Stop
Black Keys - Gold on the Ceiling
Bob Dylan - Hurricane (Belki şarkının kendisi değil ama hikayesi çok iyi ve gaza getirici)
Bruce The Boss Springsteen - Born in the USA (Bizim böle şarkılarımız olsa milliyetçi olabilirdim)
Bryan Adams - Summer of 69 (Bunun gibi ¨zaman ne çabuk geçiyo&gençlik yıllarımız¨ şarkıları maalesef gaza getiriyo beni)
Chemical Brothers - Under the Influence (trance ile koşunca koşu trance'i oluyo)
The Clash - Clampdown
Coldplay - Viva La Vida (of kors)
Daft Punk - Revolution 909 (bir trans şarkısı daha)
Deadmau5 - Ghosts & Stuff (biraz gym şarkısı ama iyi geliyo)
Elvis - Burning Love
Empire of the Sun - We Are the People (evet, ne var?)
Foals - Cassius (biraz nabız arttırıcı)
Gotye - I Feel Better (tam bir koşu şarkısı gibi geliyor bana, başımın üstünden rüzgarlar essin)
Green Day - Outsider (The Ramones cover'ı)
Guns'n'Roses - Paradise City
Hot Chip - Hand Me Down Your Love
Iron Maiden - Wasted Years (yine bir ¨yıllar geçiyor¨ şarkısı)
Jamiroquai - White Knuckle Ride (yeeeeaaaaahhhhh)
Jay-Z ve Alicia Keys - Empire State of Mind (nedenini bilmiyorum ama iyi hissettiriyor genel olarak)
Justice - Waters of Nazareth (ne kadar yorgun olursan ol vücut reset'leniyo bu şarkıyla)
Kanye West - All of the Lights
Kasabian - Fire
The Killers - This River is Wild
Kings of Leon - California Waiting
LCD Soundsystem - Daft Punk is Playing At My House
Led Zeppelin - Whole Lotta Love
Lenny Kravitz - American Woman
Linkin Park - Faint
Linkin Park ve Jay-Z - Dirt off Your Shoulders&Lying From You
LMFAO - Party Rock Anthem (E-e-e-e-everyday I'm Shufflin')
Lykie Li - I Follow Rivers
Madonna - Hung Up
Manowar - Hail and Kill
Manu Chao - Rumba de Barcelona
Maroon 5 - Moves Like Jagger (Guilty Pleasures haha)
Mert Içgören - Türk Malı (bu adam çok underrated)
Metallica - Through the Never
Moby - Lift Me Up
The National - Lit Up
Offspring - Kick Him When He's Down
Rocky OST - Going the Distance
The Police - Message in a Bottle
Postal Service - Such Great Heights
Pulp - Common People
Queen (bütün gruplardan bir şarkı seçebildim ama Queen'den olmadı)
Queens of the Stone Age - Little Sister
Rage Against the Machine - Testify
Style Council - Shout to the Top (bu şarkı insanın hareket etmesi için başlı başına sebep, durmak imkansız)
Survivor - Eye of the Tiger (yarışa başlamadan önce yarım doz, tam doz tıkayabilir)
Tom Petty - Free Falling
Two Door Cinema Club - Come Back Home
U2 - Pride
We Are Scientists - The Great Escape
Wolfmother - Woman

Çoğu grubun birden çok şarkısı var ve hepsi güzel ama ben özet geçmek istedim. Özeti bile bu kadar işte :)

Herkese yarın Avrasya'da kocaman şanslar, kocaman adımlar, mükemmel finişler...

Friday, November 2, 2012

Running in LA

En sonunda ben de birseyler yaziyorum, mutlu ve gururluyum :)

Bircok blogdasimin Amsterdamda ter dokerek yari maraton ve maraton kostugu gunlerde soylemesi ayip ben biraz tatildeydim. Ama bu tabiiki de kosmadim demek degil - her ne kadar yanlis planlamam - kendi spor ayakkabilarimi getirmemem ve yeni siparis ettigim barefoot merrell ayakkabilarin da gec gelebilecegini hesaplamamis olmam - yuzunden bir kac gun baslamam gecikse de Los Angeles`ta kosmayi basardim.
Iki yeni deneyim edindim, oncelikle barefoot ayakkabilar - simdilik bayildigimi soyliyebilirim. Su ana kadar alistiklarimdan cok farkli, ve biraz dikkatli olmak gerekiyor en basta, cunku kendimi cok rahat sakatliyabilecegimi hissediyorum, ama ayni zamanda da muthis hafif ve rahatlar.

Ikinci olarak da, hep hayal ettigim seyi yaptim, ve santa monica-venice beach de sahilde, denizin kenarinda ve icinde, ayakkabilarimi sirtima atip, yalin ayak kostum - yaklasik 8-8/5 km kadar. Ve MUTHESEM bir duyguydu, biraksalar (birakacak olan da beni bekleyen kardesimdi :) hic durmadan daha bayagi bir kosardim. Deniz kenari kosmaya cok uygun, bu yuzden ne bacaklariniz yanlis calisiyor, ne de sakatlanma riski var (bkz. resim 1a)

Bir de kosarken size eslik eden, yine resimde gorebileceginiz, muthis sevimli mini mini kus suruleri var, tabii bir suru baska kosucuyu da unutmuyoruz.

Diger sehirlerde de cok gordum ama LA kesinlikle inanilmaz `kosucu` bir sehir, hem sahilde hem de sehir icinde asfaltta bu kadar cok kosucu gordugumu hic hatilamiyorum, gunun her saati ve her gun, Ayrica bir suru sirf kosu uzerine uzmanlasmis dukkani var, dogal olarak kendimi kaybettim o dukkanlarda, and they have the right attitude for sure :)

Zaten cok sevdigim bu sehre baska bir yonuyle daha asik oldum ve hayalini kurdugum birseyi gerceklestirdim. Eger daha onceden yapmadiysaniz uygun bir kum bulusaniz sahilde yalin ayak kosmayi hepinize tavsiye ediyorum

Hepinizle Avrasya gunu gorusmek uzere :)