Aylardır hazırlandığımız, üstüne bol bol konuştuğumuz, heyecanla beklediğimiz 2012 Avrasya Maratonu sonrasında blog yazarlarımız arasında hala tek maraton koşabilmiş kişi Banu olarak kaldı; işin Türkçe'si beceremedik.
Işin hikayesi: Banu'nun tavsiyelerinden de yola çıkarak son hafta ciddi bir karbohidrat yüklemesi yaptım, playlist'imi kendine getirdim, stresin çoğunu üstümden attım, kafaca son derece hazırdım starta geciktiğim sırada. Tecrübe dediğin böyle bir şey işte; zaten daha önce de koşulara geç kaldığım için kafa olarak oldukça rahattım. Isınmamı yaptım, kamerayı tam başlatacaktım SD kart çalışmadı ve onu değiştirdim. Sonra da ufak ufak köprüye doğru yollandım. Bu sırada sadece 4 dakika geç start almıştım ki çok kritik bir durum yok ortada. Biraz fazla 8 km koşanların arasından başladım ama zaten Barbaros'a geldiğimde ufak ufak 15K'cıları, Beşiktaş'ta maratoncuları yakalamıştım pek tempo yapmamış olsam da. Kendime her su istasyonunda duracağıma dair söz vermiştim, o yüzden hiç gerek olmasa da Şampiyon Kokoreç'in önünde de durdum, 6. km'de. Sonra Fındıklı'da 8K bitti, Galata'yı geçtik, dönüşte olan 15K'cıları gördüğümde hala "oh ne güzel başladık, daha anlamadım bile diyordum". 10 K ve 1 saat olmuştu bu arada.
Insan beyni öyle enteresan bir şey işte. Annelerimizin yemek yaparken kurdukları alarm gibi ben de kendi beynimi koşacağım mesafeye kuruyorum. 5K koşacaksam 6. kilometrede bayıyorum. 10'sa 10, 21'se 21, 42'yse 42. Tabi kafayı 42'ye kurunca da 10K ısınma turu gibi geliyor. Gerçek anlamda maraton, 15K'nın Kadir Has'ın önünden döndüğü, seninse devam ettiği anda başlıyor sanki. Bundan sonra sadece sen ve fellow maratoncular var. Eyüp'e kadar güzel gittim, mis gibi döndüm. Etrafta Fred Çakmaktaş kostümlü bir abiden kanatları ile toptan bir arıya dönüştü Çinli ablamız vardı mesela. Hala onları izliyordum. (bir not; şehrimizin göbeğinden geçen Golden Marathon'un tadını koşan ve/veya destekleyen yabancılar çıkarıyor, bizimkiler sadece yollar kapandığından küfrediyor).
Unkapanı'na dönüp Fatih'e doğru yokuş çıkmaya başladığım sırada (18K), planım mükemmel işliyordu. Neredeyse yarı maraton mesafesine gelmiştim, istediğim tempoyu tutturmuştum ve vücudumda herhangi bir yorulma veya sakatlık izi yoktu. Planımın bu kısmında yokuşu yürüyerek çıkmak vardı ama yokuş beklediğim kadar dik değildi ve yürümeye başlayınca sıkıldığım için koşmaya devam ettim. Ne de olsa farklı kasları çalıştırıyor yokuş yukarılar diye de avunarak Haşim İşcan geçidine geldim, sonrasında da yavaş yavaş Yenikapı belirdi. 20K. Yarı maraton mesafesini neredeyse bitirdim, aynen devam. Benim için asıl zor olacak yerin burası olacağını düşünüyordum. Dümdüz, hiç farklılığı olmayan bir yol. Git ve gel. Hem Eyüp hem Bakırköy git-gel'leri biraz can sıkıcı, aynı mesafeyi git-gelsiz bir yolda yapmayı tercih ederdim.
Yarı maraton mesafesini geçtikten sonra hem vücudum hem aklım bilinmeyene doğru adım atmıştık, bundan sonraki her adım daha önce gitmediğim uzunluklara gidiyordu. 25. km'den itibaren de garipsemeye, arızalar çıkacağının haberlerini vermeye başladı vücut. 22.5'da ilk energy gel'imi almıştım, 5 km'de bir alacaktım 4 tane. Ama artık vücudum yavaşlamaya ve zorlanmaya başlamıştık. Durup stretching yaptım, biraz yürüdüm maratonu 3.5 saatte bitirecekler yolun öbür tarafından Sultanahmet'e doğru uçaradım koşarken. Bu sırada arkadan soğuk soğuk esmeye başlayan rüzgar da baymıyor değildi. Sonra AdımAdım'dan bir ekip, engelli bir çocuğu özel aracında taşırken yanıma geldiler. Ben de onlarla bir süre tempo yaptım, hatta geçtim de, ama daha sonra yine yürümeye başladım. Maalesef yarı maratondaki gibi durmadan koşmadığım için kendime bir tavşan bulmam da oldukça zor oldu. 3-5 tavşan birden belirledim ben de. Onlar yürürken geçiyorum ve bir sonraki tavşana takılıyorum, sonra ben yürürken onlar beni geçiyor vs.
Kafamda hep 33K hedefi vardı. Uğurlu sayım olması dışında eğer o mesafeye gelirsem ne yapıp edip bitiririm diyordum. Ondan önceki hedefim 30, bir önceki hedefim de U dönüşü yapılacak olan 28. K'daki Gelik restorandı. Gelik'e geldim ama geldiğimde artık fizik olarak oldukça düşmüştüm, neredeyse sadece yürüyordum. Sıkıntım da şuydu: mental olarak çok hazırdım ve hala çok istiyorum, enerji olarak da sıkıntı yaşamıyordum ama bacaklarım reddediyordu dahasını. Bahsettiğim soğuk rüzgarı da önden alarak başladım Bakırköy-Sultanahmet yoluna. Koşu pace'im 9'lara kadar inmişti artık, o da sinirimi bozdu. Yani ben kendimi zorlayıp koştuğumda aslında hızlı bir yürüme temposuna anca erişiyordum. O halde yine de koşa-yürüye 29'a geldim. Kendime dedim ki 30'a kadar hiç durmayacaksın, hep koşacaksın. Ve bunu da yaptım. Gerçekten 29-30 arasında hiç durmadan koştum. Ama sonrasında moral bozucu hamleler arka arkaya gelmeye başladı. Önce son koşucuyu takip eden ambulans öbür taraftan geçti, sonrasında bir kamyonet kilometre tabelalarını toplamaya başladı. Yani yavaş yavaş parkur kapanıyordu ve ben hala 30.5'teydim. Artık yürürken diğer yürüyenlere de geçilmeye başlamıştım ve hala yolum vardı. Çok denesem çok istesem de o marş motoru basmıyor ve ben tekrar anlamlı bir tempoda (veya herhangi bir tempoda) koşamıyordum.
Artık 32.5K'da, 10 kilometreden az kalmışken, Abdi Ipekçi'nin sahile bağlandığı noktada yarışı bıraktım. Çünkü kramp sinyalleri bir süredir geliyordu ve ben artık daha adım atacak halde değildim. Parkur kapandıktan sonra da koşmak istemiyordum. Insan nerede durması gerektiğini de bilmeli galiba.
Mutsuz değilim. Elimden geleni yaptım, gerçekten daha fazlasını yapamazdım. Ayağımı kaldırıma çıkaramayacak kadar bittiğimde bıraktım. Ve benim için çok büyük bir tecrübe oldu. Kafa olarak çok konsantre şekilde hazırlansam da, isteğim çok olsa da bilinçli şekilde hazırlanmamıştım. Onun getirdiği limit de buydu. Hayatın bir Amerikan filmi olmadığını, yeteri kadar emek vermezsen bazı şeyleri yapamayacağını hatırlatması iyi oldu. Ve kamçıladı. Şu an antreman yapmak, o maratonu tekrar denemek için yanıp tutuşuyorum. En yakın zamanda daha bilinçli bir şekilde antremanlara başlayıp seneye çok daha iyi bir şekilde geri dönmek istiyorum. Öncesinde belki başka maratonlarda koşar ve o mesafeyi bitiririm ama asıl hedefim hep Avrasya olacak. Yenicem seni Istanbul!
ben lafı uzatmadan gerçekten tebrik ediyorum :) yazımda söyleyeceklerimi söyledim zaten seninle ilgili:) git-geller aşırı sıkıcıydı dediğim gibi Eyüp dönüşü beni bitirdi resmen. ilk 10K bana da çok çabuk geçti,beynimizi kurma meselesi doğru sanırım. aynen 15K'cılarla ayrıldığımız noktada mental yarış başladı benim için. 42'yi cidden beyinde bitirmek gerekiyor önce ama makine olmadığımızı da anladık. daha önümüzde çok maraton var, hep beraber! tuuce
ReplyDeleteEvet kesin, ama bu sefer dönüp daha iyisini yapıcam, heyecanla bekliyorum cidden şimdiden
ReplyDeleteSinan en uzun ilk mesafen için bence gayet iyi koşmuşsun. Vücudunun verdiği sinyalleri dinleyip zamanında bırakmanda yerinde bir davranış olmuş.
ReplyDelete32 koşan 42de koşar.Şu geldiğin noktadan sonra senin için düzenli antrenmana bakar, thatz all!
bence Avrasya cidden zor bir maraton. Sinan da bunu daha düz bir parkurda deneseydi, aynı konsiyonunda eminim o maraton biterdi. don't worry dude ;) seneye NY maratonu diyorum ama ben, o dikkate alınsın lütfen.
ReplyDeleteBence de, daha düzenli antreman, daha doğru çalışma setleri, sonrasında hiç olmayacak bir şey değil evet. Kafa olarak hala çok hazırım ciddi şekilde.
ReplyDeleteNY için Bostondaki gibi belli maratonlarda belli zamanlar yapman gerekmiyo mu? Gerekmiyosa bile ben, bir sakatlık dışında, seneye kesin Avrasya'dayım. Bu işi bitirmeden Avrasyayı atlayıp başka yere gitmem. Farklı tarihteyse o zaman tekrar bakarız.