Dilimizden düşmeyen Avrasya Maratonu geldi ve geçti bile. Koşu
hikayelerimiz çoğalırken alınan tecrübeler gitgide büyüyor ve benim çok hoşuma
gidiyor bu. Evet kendi adıma koştuğum en kötü yarışlardan biriydi fiziksel
olarak ama yine de çok keyifli anlar yaşadım, pişman değilim. Her şeyden önce
ben ilk kez Avrasya’da koştum ki bu bile çok güzel bir deneyim.
Memnuniyetsizliklerim çok fazlaydı bitirdiğimde hatta arkadaşlarıma Istanbul’da bir daha
maraton dener miyim bilmiyorum bile dedim. Ama zaman ne getirecek hep
beraber görücez. Kısaca koşu hikayemi anlatıp gözüme batan şeylerden bahsedeyim
hepimiz için.
Cumartesi günkü hava aşırı gözümü korkuttu bir kere, çok ağır sağnak
yağmur vardı, gözüm devamlı dışarda yarın böyle olursa naparız diye düşünürken
buldum kendimi sık sık. Pazar sabah kalktığımda (bence) koşu için mükemmel bir
hava vardı. Ama bir yandan ciddi hiçbir hazırlık yapmadığım, ne beslenme, ne
düzgün antreman olarak aklımdaydı. Benim koşuyu sevmemin en büyük nedenlerinden
biri, kafam karıştığında, hareket etmek istediğimde ayakkabılarımı giyip
yapabileceğim ve günün sonunda kendimi çok mutlu hissedeceğim bir şey olması. Açıkçası
haftada 3-4 koşuyorum tamamen içimden geldiği (düşünülecek çok şey var :) ve vücudum istediği
için. Ama bildiğimiz gibi 42km koşmak için bundan çok büyük bir disiplin ve
program gerekiyor. Hep denilen yarı maraton ve maraton arasında 21kmden çok
daha fazlası var sözü de aklımdaydı. 21’i bir şekilde düzenli koşan herkes
bitirebiliyor çünkü ama 42 bambaşka bir hikaye.
Şimdi burda bir parantez açmak istiyorum, koşu sabahı yine
arkadaşlarımla beraber giderken çok mutlu oldum, çünkü hepsi bir şekilde beni
sayemde koşuya başladılar ve bu beni baya mutlu ediyor. Ama Avrasya sonrası
(15K koştular) hepsinde sakatlıklar meydana geldi. Koşuya yeni başlayanların
temposunu gerçekten çok iyi ayarlamaları gerekiyor. Yani yarışı çabuk bitirmek
adına kendinizi zorlarsanız cezasını çok uzun süre çekiyorsunuz. O yüzden onlara
söylediğim şeyi tekrar ediyorum burdan, lütfen vücudunuzu dinleyerek koşun ve
zamanı unutun. Zaten o size her şeyi söylüyor bir şekilde inanın.
Neyse gelelim bana, yarış alanına gittik eşyaları vereceğimiz otobüsü
ararken biraz vakit kaybettik. Sonra ben maraton kısmına geçtim, pek fazla
ısınamadım açıkçası. Hatta köprüyü geçerken hayatımda ilk kez koşarken
bileğimde hafif sızı hissettim ama önemsemedim. Barbarosa kadar gayet tempomu
ayarlayarak güzel güzel geldim, güneşin çıktığı yerler de biraz sıcak geldi ama
genel olarak hava olumluydu. Önceki gece playlistimi güncellemiştim, Efe ve Alevin
katkısıyla, Sinan’ın da yazısındaki şarkıların hemen hepsi vardı playlistimde
nerdeyse. (yazı çok iyi bu arada) Hatta starta başlamamla “Don’t Stop Me Now” ve “Rolling
in the Deep” arka arkaya geldi köprü geçerken baya iyi denk geldi. Benim
problem Barbaros’da başladı aslında çünkü yokuş başında “I Bet You Look Good on
the Dancefloor” çaldı ki kendisini nerde duyarsam duyayım dans ediyorum zaten istisna yapamadım. Burda pace’im
tamamen kaydı ve Barbaros'tan aşağı uçmaya başladım derkenn “Ben Böyleyim - Athena”
(Efe’ye kucak dolusu sevgiler) çalmaya başlamaz mı, bu noktada cidden koptum,
bugüne kadar koşarken geçirdiğim en keyifli anlardan biriydi diyebilirim.
Aynen şu yandaki resimde
söylenen şeyi yaşadım, belki bir 5-10 km daha devam edebilirdim ordaki 4,5’luk
pace’im olmasa ama inanın umrumda değil ve hala değdiğini düşünüyorum. Her neyse
Barbaros’tan gayet güzel indim sonra devam ettim. Yanımda yeterince su vardı,
ondan durmadım. Tophane civarında sol bileğimde sıkıntı başladı, orda tuvalete
de girmek için kahve dünyasına girdim, biraz masaj yaptım, oyalandım ve devam
ettim. Burdaki sorun şuydu sanırım önceki akşam menisküs olan sağ dizimi Efeyle
bantlamıştık. Nedense bana sorun çıkarmamasına rağmen ona yüklenmemek için sola
biraz ağırlık verdiğimi düşünüyorum. Masaj iyi geldi bundan sonra güzel bir
tempo tutturdum,
Galata’yı geçtim gayet iyiyim hatta kafamda yavaş yavaş
kaplumbağa misali bu yarışı bitiricem sanırım diyorum, gaza gelip kendimi
tavşan sandığım anları unutarak. Neyse 15Kcılarla ayrıldık ve devam ediyoruz
Eyüp’e doğru, burada size pace buddy’mi tanıştırmalıyım ki biraz fikriniz olsun :) sonradan kendisini
geçtim ama bir süre arka arkaya gittik ben maratonu bırakırken yine onun
arkasından bakakaldım hatta. Eminim bitirmiştir, helal olsun.
Benim için asıl
problem Eyüp dönüşü başladı, cidden hem mola verdiğim, hem yavaş koştuğum için
bütün maraton koşanları ters taraftan selamladım nerdeyse, ki aşırı moral
bozucuydu. (o arada bir yerde Sinanko’yu da gördüm hatta) Eyüp’ten döndüğümüz
noktadan itibaren sağ kalçam alarm vermeye başladı aynen Eymir’deki gibi. Sanırım
burda da bileğe yüklenmeyeyim diye sağ tarafa ağırlık vermemden kaynaklandı.
Eyüp dönüşü inanılmaz sıkıcıydı ve bir kız olarak beni aşırı rahatsız eden laf
atmalar, sarıklı, şalvarlı amcalar başladı. Energy jel’i 5K önce açmıştım ama
vanilyalı powerbar gel almıştım ve cidden bana tadı çok çok çok kötü geldi. Her
neyse artık Unkapanının oralara geldiğimde kalçam yürürken bile acımaya başladı
ve devam edersem sakatlık çıkacağından emindim. Tabiiki yollar burda da çok
şenlikliydi. Bedava sulardan alıp yolun ortasında birbirini ıslatan çocuklar,
kolkola koşanların önünde duran adamlar. Kalçamla beraber sinirler de gerildi
benim biraz. Aksaray’a geldiğimde (19.5) daha fazla devam edemeyeceğimi
düşünerek bıraktım. Şimdi burda hep şunu derdim kişilik olarak sakatlasam da
kendimi bitirmeye kasarım, öyleyimdir çünkü. Gerçekten kör topal gidebilirdim
bir 5-10 km daha ama kalçam 2 günde iyileşeceğine 2 ayda iyileşirdi ve bunu
yapmak istiyor musun kendine diye sordum. Cevap çok netti, benle maraton koşan birkaç
yabancı devam etmem konusunda ısrar ettiler durup ama kalçamdan bahsedince
onlarda bırakıp gittiler. Sonuçta ben hedefim olan 25-30 km’yi bırak, YM
mesafesini bile bitiremeden, (ama ulaşım için stratejik bir noktada) yarışı
bıraktım.
Organizasyonla ilgili yine iki kelamım var bitirmeden, şimdi Amsterdam’ı
yeni koştuk diye midir nedir her şeyin nasıl tıkır tıkır gittiğini görünce
burdaki her şey gözüme battı. Başlangıç zaten düzensizdi her zamanki gibi, onu
geçtim 8K’cılar sağ tarafta kendi yarışlarını bitirip ellerinde torbalarla
bizim yolda çarşıda gibi yürümeye devam ettiler. Önümde Berlin duvarı gibi 5-6
kişi yanyana yürüyordu ki bir tanesini ittim resmen, aynı şeyi arkadaşlarım da
yaşamış. Organizasyondan çok sanırım bazı şeyler kültür meselesi aslında, beni
cidden çok rahatsız eden şeyler yaşadım yol boyunca, bu kadar güzel bir şehir,
anlamlı bir yarış ve kendi vatandaşı bile bir daha koşmayabilirim diyor. Çok yazık..
15 K bitiren arkadaşlarım ki bir tanesi sakatlanmıştı 1 saat boyunca eve dönüş
için ulaşım bulamadılar, ağlamışlar artık sonunda. Bir de yarış boyunca stationlarda
elma verip bitişte muz verilmesi olayı var ki, tam tersi olması gerektiğini
biri hatırlatmalı sanırım. Neyse iyisiyle kötüsüyle bir koşu daha geride kaldı,
bir sürü tecrübe edindik dünden daha iyi olarak yolumuza devam ediyoruz
aldığımız derslerle. (umarım:)
Yarış başında Kadir Topbaş’ın konuşmasını yakalayamayanlar olmuştur
belki, kendisi bir maratona start verirken yavaş yavaş koşun kendinizi yormayın demiş
sanırım. Lütfen tavsiyelere uyalım:)
Yandaki söz de sinanko ve bana gelsin :)
Herkese tekrar iyi koşular ve sevgiler!
Tuuce
hem seni hem de sinani cok tebrik ediorum, kostugunuz mesafeler benim icin gayet etkileyici :)
ReplyDeleteben rahatsizlandigim icin katilamadim 15k ya, ama bu okuduklarimdan sonra iyi de olmus sanirim dedim, bu sekilde kotu bir organizasyon olacagi konusunda suphelerim vardi zaten. laf atan arkadaslar da tam turkiye gercegi olmus, cok fena, gecmis olsun cidden. Dilerim Turkiye bir gun guzel bir organizasyon yapacak insanlarimiz da buna uygun davranacak seviyeye gelir
biz seni yine de Avrasya parkurunda görmek isteriz, sen koşmazsan ben koşmazsam nası çıkacak bu karanlıklar aydınlığa :)
DeleteTuğçe denediğin için bende tebrik ederim.
ReplyDeleteSana hemen şuracıkta bir mani yazdım:
Deneyim
Deneyim
Deneyim
Bir sonraki maratonun çok iyi olacak
Eminim
:)
bir yorumu nasıl like ediyorduk :)
Deletehahahah çok iyi mani:) Manidar.
Delete