Güzel bir söz
vardır, “gerçekten koşmaya koştuğunuzu unuttuğunuz an başlarsınız” derler.
Doğru. Kendime baktığımda ilk kez en uzun koşumu Arnavutköy sahilden Sarıyer’e
kadar gittiğim bir gün yaptım. Ki hayatımda vermem gereken çok önemli bir
kararın arifesindeydim. Hava hafif yağmurluydu,
kafam çok doluydu. Koşmanın böyle bir etkisi var yadsınmaması gereken,
özellikle mental olarak size çok çok iyi geliyor. Hayatının zor dönemlerinden
geçen ve bir şekilde başka yollarla bunu geçirmeye çalışan birkaç arkadaşıma da
koşmalarını, yürümelerini tavsiye ettim. Hepsinde de işe yaradı gördüğüm kadarıyla. En azından
ben şahsen daha tersini söyleyen birine rastlamadım. Verilmesi gereken kararlar, atılması gereken
adımlar, sinirler, öfkeler her km’de biraz daha yoluna giriyor her şey sanki.
Sizi bir arada tutuyor en azından. O gün İstanbul’da yağmur vardı, arkadaşlarım
Aşşk’da kahvaltı yapıyorlardı, ben hayır dedim, gitmem lazım. Yavaş yavaş
çileyen yağmur Sarıyer’e vardığımda sağanak halini aldı. Mecburen bir otobüs
durağına sığındım bir süre. Orda tesadüf eseri Koreli bir adamla tanıştım, ki
beni İspanyol zannetti önce, sonra Türk olduğumu öğrenince hala hak verdiğim
bir tespitte bulundu: “Türkler çok garip, hafta sonu bile köpeklerini gezdirmeye
üşenip apartman görevlilerine işi devrederken, ayda 150 € gym’e para
veriyorlar.” Gerçekten doğru, özellikle outdoor koşularına başladıktan sonra,
koşulları ayarlanmış alanlarda yapılan sporun ne kadar suni bir şey olduğunu
daha iyi görüyorsunuz. Uzun süredir böyle yerlerde spor yapan birini, dışarıya
koşmaya, bisiklete binmeye götürdüğünüzde sudan çıkmış balığa dönüp performansı
yerlerde geziyor. Giydiğimiz spor ayakkabılarının bile sorgulandığı, “barefoot
running” denen kavramın tartışıldığı
ortamlarda, bant üzerinde aynı sıcaklıkta ayarladığınız hızda koşmak evet
pratik ama dışarıda yaptığınız koşuların zevkini size asla vermeyecektir.
Dışarıda yapılan
koşulardan bahsetmişken, ne zaman, nasıl, nerde, hangi koşullarda koşmak lazım
konusu herkesin kafasını kurcalıyor. Yandaki resmi o yüzden çok seviyorum. Her
ne kadar ben çok sıcakta performansımın gerçekten düştüğüne inansam da yine de
bahane üretmemek lazım. Soğukta koşmayı
çok seviyorum ben mesela. Başkasına da o çok zor geliyordur eminim.. Bir de daha bugün yine başıma gelen bir şeyi paylaşayım. Sabah koştuğumu duyan bir arkadaşım, çok iyi oldu zaten çok kiloluydun dedi yine. Evet kilolu değilim, koşmamın amacı da zaten kilo vermek değil. Hatta tam tersine benim için koşmak, daha fazla besine ihtiyaç duyduğum için vücudumun güçlenmesi ve 1-2 kilo artışına neden oldu. Bunu da son kez söyleyip konuyu kapatalım.
Bir iki haftadır
İzmir’de olduğum için buralarda koşuyorum, her ne kadar Urla’da şu ana kadar
benden başka koşanı görmediysem de (:)), sabah yaptığım 13 km’lik koşuda
Karantina Adası’na gidip geldim. Gerçekten koşmak için çok güzel bir yol. Belki
gün olur biri koşmak ister diye iki tane resmini paylaşıyorum. Özellikle adaya
giderken denizin ortasındaki yoldan adaya geçmek, yüzümün iki tarafında püfür püfür esen rüzgarı hissetmek, ve dalga sesleri bana çok iyi geldi ve ne kadar
şanslı olduğumuzu bir kez daha hatırlattı. Aklıma gelmişken koştuğunuz ve en
zevk aldığınız rota neresiydi acaba?
Bitirirken
kafamda Ekimdeki Amsterdam 21K koşusu, daha da önemlisi Kasım’da Avrasya 42 K
var. Benim için biraz erken sanırım hala grubun kaplumbağası konumundayım ama takım ruhunu bozmak istemedim
maraton için, Eylül ayında nihai kararı vericem sanırım. En azından süremi sonuna kadar kullanıp
bitirmeyi hedefliyorum ilk maratonumda. Hep beraber adım adım görüceğiz. Ve koşularınızda vazgeçmek istediğinizde, özellikle aynı rotada gidip geri dönüyorsanız, gelirken koştuğunuz yolun yürüyerek nasıl bitmediğini görmek sizi koşmayı bırakmaktan vazgeçirecektir.
Bu yazının
şarkısı beni koşarken çok eğlendiren bir şarkı, umarım siz de seversiniz:
"Kasabian – Shoot the Runner”
Tuğçe.
Penelope !?
ReplyDelete