Son antremanı da yapıp yarışı beklemeye geçtiğim, karbonhidratları deli gibi depoladığım günlerde bir anda ortaya çıkan rahatlama hissi, "elimden geleni yaptım, bitireceğimden emin değilim ama içim rahat" hissi 14. kilometre civarlarında ciddi azalmıştı. 15K koşacak Ali Mert Vuruşkan ile rotalarımız yakında ayrılıyordu ve alabildiğim mesafe, benim yarışım gözönüne alınınca daha baya başlardaydı. Kalçam ise hiç öyle demiyordu. Tamam dedim, bu sene de bu iş olmayacak ve ben de bir daha denemicem. Benim vücudumun böyle bir limiti yokmuş, yapacak bir şey yok, hazırlanması da güzeldi. Bunlar aklımdan geçerken hala koşuyordum, henüz Unkapanı'ndan yukarıya çıkmaya başlamamıştım.
Sonra arka düzlük diye kafamda yer eden sahil yoluna çıktım. Yarıştan önce bu yollarda iki kere 30+ koştuğumdan dolayı geçen senekinden çok daha farklı bakıyordum. Bitmek bilmeyen, başı sonu olmayan, adeta maraton çölü gibi gelen sahilyolu bu sene çok daha bilindik ve üstesinden gelinebilir haldeydi. Ama vücudumdan hiç emin değildim. Sakız Adasında tanıştığım ve bana hazırlıklarımda çok yardımcı olan Hasan Dönmez'in dediklerini hatırladım: "yürüme, yürürsen tekrar koşman çok zor olur". Çizgi filmlerde sol omuzda oturan şeytanınsa farklı fikirleri vardı: "bırak, bu iş bitti, olmayacak, boşver". Nitekim daha Ataköy'e gelmeden, Mcdonalds'ın oralarda ufak ufak yürümeye başladım. Ama çok kısa, daha sonra tekrar koşuyordum. Kafamı dağıtmaya karar verdim, bu iş böyle gitmeyecekti çünkü. O kadar sinirim bozulmuştu ki müzik bile dinlemek istemiyordum, çıkardım kulaklıkları. Bütün bir sene, geçen senekinden çok çok daha iyi hazırlandım ve geçen sene bıraktığım yere bile gelemicem sonunda. Niye? Niye? Niye? Acaba bayramda ayağıma daha uygun olduğunu düşündüğüm ayakkabıdan dolayı mı? Hala da öyle düşünüyorum. O günden beri daha tatsız koşar olmuştum. Bayramdan önce rahat rahat koştuğum 30'u, yeni ayakkabı ile çıkaramamıştım. Gel-Kayano'dan Gel-Nimbus'a geçmiştim yere basışıma daha uygun diye ama sonumu belki de bu hazırladı. Ya da belki de hakkaten hazır değildim. Kendimi yiyip bitirdim ve olan oldu. Bilmiyorum. Müge'yi aradım, onunla konuştum. Onlar 10K koşmuş, sucuklarına ekmek banıyorlardı. Onların da hakkı; hiç antreman yapmayana 10K da maraton gibi geliyor, çok doğal. Biraz kafam dağıldı. Kafam dağıldıkça da yürürken aslında baya zinde olduğumu, fiziksel durumumun hiç de kötü olmadığını ve gerekirse yürüyerek de olsa bitirebileceğimi gördüm. Kalçamın ağrısı hariç, aslında cidden hazırdım maraton koşmaya. Tek sıkıntı koşmakta zorlanıyordum.
Sonra düşündüm. Bu sene ilk defa bağış toplama kampanyası yapıyorum ve yarıştan sonra ikinci bir mektup daha atıcam. Burada insanlara "başaramadım" demek istemiyorum. Yol kapansa da, finiş sökülse de ben bunu yapıcam. Çünkü bir daha maraton denemicem ve en azından bitirmiş olarak sahneden inmek istiyorum. Başladım yürümeye.
Önden giden, genel olarak Kenyalılar olarak anılan pro atletler ve maratonu 3.5-5 saat arası bitiren amatörlerin yaptıkları işler gerçekten çok büyük başarı. Ama onların da arkasında bir grup var. Benim de içinde olduğum bir grup. "Şansı bile olmayanlar", "Sürünenler", "Krampçıbaşılar". Sayı olarak az, herkesin suratında acı, bir kısmını belediye otobüsü veya ambulanslar topluyor, diğerleri finişe doğru asfaltta sürükleniyor. Alkışlayan da çok az insan olur, bekleyen de. Ama aslında bu grup, diğerlerinden çok daha fazla kendi kapasitesinin üstüne çıkıyor, hem fiziksel hem mental olarak. Orada çok az kişinin gördüğü ve hissettiği bir duvar üstüne duvar aşma durumu var.
Bu düşüncelerle yürümeye devam ederken, diğer yürüyenlerle de arkadaş olmaya karar verdim. Fransız Pascal, Hint Charan ve diğer Malezyalı bir kız ile bu sayede tanıştım. Pascal hiç koşmadı, ben arada koştum ama o beni yine de geçti. Hala bilmiyorum nasıl. Baya kafam karışık o konuda, geçelim lütfen. Ama birbirimize destek olduk, arkadan gelip geçen öbürünün koluna girdi, destek verdi, haydi'leri sıraladı bildiği dilde. Sonra geçen sene bıraktığım yer olan Abdi Ipekçi civarında Efe'yi aradım, onunla muhabbet ettim. Hala yürüyorum bu arada.
Ve enteresan bir şey oldu. Farkettim ki ben yürürken, sürünürken, aslında "duvar"ı geçmişim. Bir baktım ki kafam çok rahat ve ben bitireceğimi biliyorum. Evet, her kilometrede görevliler ayağıma birer kilo daha ağırlık takıyorlar ve her adım daha da zorlaşıyor ama sahilin soğuk esen rüzgarı, yalnızlık ve ağrılar arasında farkettim ki ben, Unkapanı'na gelmeden hissettiğimden çok daha eminim kendimden. Ben bu maratonu bitiricem. Müge ile konuştum, Gülhane parkı girişinde buluşup geri kalanı beraber gitmeye karar verdik.
Evime yakınlığından dolayı Balık Hal'ine çok gittim geldim antreman adına. Zaten Yenikapı ile de dipdibeler. Yani eğer ben Yenikapı'ya gidersem bu iş biticekti. Ve ufukta Yenikapı'yı görünce biraz daha koşmaya başladım. Az ve yavaş ama koştum. Yorulurken bıraktım. Yenikapı'da yolda kalan koşucuları toplamak için otobüsler geçti, hepsine devam işareti yaptım. Ahırkapı civarında bir polis otosu, "yol trafiğe açılacaktır, lütfen kaldırıma çıkalım" anonsu yaptı, kalabalık kaldırıma geçtim. Gülhane Parkı'na gelmek üzereyken otostop çektiği polis arabasından Müge indi :) Güzel bir şoktu o da. Sonrası Gülhane Parkı ve akabindeki yokuş. Yolda yeni bitirmiş, birilerinin kollarında topallayan ama acı içinde olmalarına rağmen yeni gelenleri alkışlayan insanlar. Yüzüm, vücudum, hatta diyaframım karıncalanmaya başladı. Son kilometreydi ama ben de bitmek üzereydim. En büyük soru işareti; bu kadar koştum ama acaba finiş orada mı hala? Birileri beni alkışlayacak, o son düzlük hala koşuculara ait olacak ve ben, bu kadar kilometrenin ardından, finişten geçme zevkine nail olacak mıyım? Cevap evet evet evet. Finişi görünce koşmaya başladım son enerjimle. Hala, çok olmasa da, insanlar vardı ve çılgın gibi alkışlıyorlardı. Belki de bekledikleri biri vardı veya en sonda gelenlerin aslında ne kadar büyük bir iş başardıklarının farkındalardı. Finişe adım atar atmaz yere kapaklanıp hüngür hüngür ağlamaya başladım. O rahatlama, "let go" etme, bitirme hissi inanılmaz. Kendimi durduramadan, hıçkırıklara boğuldum. Finişte düştüğümü gören görevliler sedye ile geldiler ama iyiydim. Hatta süperdim, muhteşemdim. Bitmişti çünkü. Müge ile beraber, ayların antremanları, gece çıkmamaları, içilmeyen alkolleri, sabah erken kalkıp koşmalarından sonra bunu, bütün aksi giden şeylere rağmen bitirmemi ağlaya ağlaya kutladık. Övülünecek bir zamanım olmadığı kesin ama umrumda değil. 6 saat 3 dakika! Tek saniyesinde durmadan finişe geldim ve 42195 metreyi bitirdim. Artık koşmaktan, spor yapmaktan hatta hareket etmekten bile nefret ediyordum ama çok mutluydum. Oh!
Teknik not: Şu an sonuçlara bakıyorum. 6.03.11 ile erkekler arasında 2257. olmuşum. Ama asıl bana cesaret veren ara zamanlarım.
5K : 35
10K: 1.10
15K: 1.44
20K: 2.21
25K: 3.01
30K: 3.50
35K: 4.42
40K zaman ölçüm yeri ben geçmeden kaldırılmıştı :)
42K: 6.03
Yani aslında ilk 20K müthiş bir istikrarla gitmişim, sonra da ufak ufak artmış, en sonda baya dağılmışım :) Herşeye rağmen cesaret verici.