Friday, June 29, 2012


Sporda ekip olmanın tadı bambaşka (İlk 21 k deneyiminden de alıntılar..)

Bundan yaklaşık 3 ay önce ben sporuma spor salonunda giderdim alırdım ipodu takardım kulağıma biraz koş bantta biraz cross birkaç yer, karın hareketi, duş al eve dön. Ne bir hocayı tanırdım ne birini tanırdım ne bir selam ne bir muhabbet ne bir program yazdırma. Asosyal olduğumdan değil tabii J normal hayatta sosyallik iyi seviyede ama nedense sporda böyleydi belki böyle daha iyi oluyor diye düşünüyordum ya da başka türlüsünü bilmediğim için. Arada kulubün aktivitelerine katılıyordum da o kadar.

Daha sonra Zumba derslerine gireyim dedim yine orada az çok insan görüyorsun hoca görüyorsun keyifli geçiyor. Hiç birşey düşünmüyordum Zumba yaparken, tek düşündüğüm bu ayağımı şimdi nereye atacağım, kollar nasıl oluyor, sıralama nasıldı kaçırdım... Sevdim, güzelmiş dedim birileriyle eğlenceli böyle hem dans hem spor.

Spor kulübünde 2 senedir Challenge adı altında aktiviteler düzenleniyormuş ben de bu sene öğrendim.  Bu seneki Challenge da Likya Yolu yürüyüşü. Nisan başlarında bir toplantı yaptılar hadi dedim gideyim ama kimseyi tanımıyorum hocaları bilmiyorum oturdum bekledim yine de. İlk başta imkansız gibi gözüktü (buna başka bir yazıda değineceğim ve Likya serüvenini daha detaylı anlatacağım) ama sonra neden olmasın dedim ve elemelere kadar antremanlara katılayım dedim. İlk hafta antremanlarda bir sürü tanımadığım insanla beraber spor yapmaya başladım. Yavaş yavaş tanışmaya başladık. Sohbet muhabbetler.. Ve ilk trekking aktivitesinde iyice kaynaşmaya başladık J Hocamız zaten süper bir insan, hem bilgili hem motive ediyor. Daha sonraki derslerde de artık o nerede o niye gelmedi aa geçen ders nerdeydin  gibi birbirimizi merak etmeye başladık. Antremanlardan artakalan zamanlarda denk gelirsek beraber koşmaya başladık dışarılarda. Zaten antreman gereği de Belgrad ormanına gidip yan yana beraber koşuyorduk hem sohbet oluyor arada hem birbirimize destek oluyoruz gerçekten koşu dediğin bana zor gelen spor daha keyifli oluyordu.

Benim için asıl deneyim Bozcaada Yarı maraton-10k koşu haftasonuydu. Eleme kriterlerinden biri de bu koşu turuydu. Belki garip gelebilir çoğu insana ama cidden önemli birşey sonuçta 9 gün boyunca Likyada beraber kalacağın kişilerle beraber bir tatil yapıyor gibisin o yüzden zorunlu tutulması çok da mantıksız değil. Ne derler insan insanı tatilde tanır, aynen öyle.  Orada gerçekten ekip çalışması olsun beraber konaklama hareket etme olsun çok güzel deneyim oldu ve başarıyla geçtik de bunu. İyice kaynaştık birbirimize ısındık :D Otobüs yolculuğu, kahvaltı sofraları, rakı masaları J denizde yüzmeler olsun. Artık bir grup bir ekip olmuştuk.

Bozcaada ile ilgili bir de şu var: Öncelikle ilk 21 k mı koşacaktım ve bozcaada parkuru da zormuş, hadi bakalım dedim yazıldık bir kere dönmek yok. Benim gibi olan iki arkadaşım daha var daha önce bu kadar koşmayıp ilk 21 k yapan ve benim hızımda olan: Bora ile Nuray çifti (Fotoğraftaki ekip). Dedik biz beraber koşarız yavaş yavaş en kötü yürürüz.  Başladık koşmaya 3 kişi o yokuşlarda cidden zorlanarak koştuk da koştuk. Benim hedefim hiç koşuyu bırakmamak ne olursa olsun yürüme hızı da olsa. 9 k ye kadar beraber koştuk güzelce yokuşlarda onlar bazen yavaşladılar ama ben gaza getirdim yürümesinler diye J 9k de benim dalağım şişti ağrısı başladı napacağım bıraksam mı bırakacağım galiba derken onlar bana hep destek oldular derin uzun nefes al, biraz yavaşla hadi diye diye atlattım ben o acıyı onlarla beraber. 15k geldiğimizde yokuşların çoğu bitmişti ama yorgunluk da başlamıştı. Onlar arkada kaldılar ben devam ettim hızımı çok kesmeden. Bu sefer tek kalmıştım, müziğim benimleydi ama nafile, yorgunluk insanı zorluyordu. 17kye geldim ama sanki kalıp, yürüyemeyecekmişim gibiydi. Bir yandan diyorum o kadar yokuşları çıktın hadi az kaldı 4k düz yol yaparsın, öbür yandan diyorum her yanım ağrıdı, çok yoruldum nasıl bitereceğim kimseler de kalmadı etrafta. O sırada koşuyu bitirip bisikletlerini alıp antremana çıkan bir ekip gördüm ( bu arada onları gördüğümde biri bana senin de böyle bisikletin olacak triatlon yapacaksın dese hahaha yok artık derdim – bu da başka bi konu olsun J) Onlar bağırdılar hadi çok az kaldı dayan diye. Bu beni anca 500 mt motive edebildi maalesef. Sonunu düşün diye diye zorladım. Sonra bir baktım bizim üç kişilik ekipten Bora beni geçiyor gelmiş yetişmiş onu görünce sevindim. Önce dedim depar mı yapıyor napıyor nasıl geldi J sonra meğer öğrendik power jelleri içmiş ondan böyle bastırmış J Neyse sonuçta onu görmek iyi geldi, ha gayret diye motive olurken bir baktım benim buddy Nuray yanıma geldi. O an onu görünce nasıl sevindiğimi anlatamam. Son 3-4 k bu sayede çok rahat geçti. Dedim ne güzel yaptı iyi yetişti geldi. Beraber koşmaya devam ettik. Son 500 mt de bizi gaza getiren diğer ekip arkadaşlarımız oldu hadi son güç basın 500 mt kaldı hadi diye. Nuray biraz önümde, ben biraz arkada kaldım. Son artık finishe yakın bastırdım, yandan bizim Likya ekibinden Dilek de geldi desteğe. Tuttum Nuray’ın elini şaşırdı hadi koş dedim o da Dilek’in elini tuttu finishe el ele girdik ve o zaman nefesim kesildi ağlamakla koşmanın sınırı zorlamak arasında kaldı nefes. Gittim hemen sarıldım onlara, sonra hocamıza.. Gerçekten çok güzel bir duyguydu.

Yani diyeceğim o ki, onlar olmasa bu kadar iyi geçermiydi? Sanmam. Tabiki insan buna alışmamalı belki yarın öbür gün tek başına koşabilirsin, koşmak zorunda olabilirsin, mesela uzun yarışlarda ama onların olduğunu bilmek bir yerlerde, seni destekliyor olduğunu bilmek, önünden o yolları geçmiş ya da arkadan gelip aynı şeyleri hissedeceklerini bilmek, aynı duyguları paylaşmak insanı mutlu ve motive ediyor. Bunun tadını çıkarmak lazım.

Şimdilerde aynı ekip beni gaza getirdi ve triatlet olmama vesile oldu. Biri kaskını verdi biri şortunu biri bisikletini. Hadi yaparsın diye diye triatlon yarışına katıldım. Kulübün triatlon takımına girip bir sürü güzel dostum oldu. Sabahları erkenden buluşup güneş daha yeni doğarken bisiklete binmeye başladık. Spor salonunu erkenden açıp beraber yüzmeye başladık.Akşam kulüpten en son çıkanlar olduk, spor sonrası sohbetler uzar oldu tatlı tatlı. Haftasonu yarış sonrası mangal planları... Seneye hep beraber IRONMAN70.3 yapma planları... Hem spor hem arkadaşlık hem keyif hem eğlence...

En güzeli de seni finishte bekleyen, seni son 100 mt de depara kaldıran, bitince etrafından kimse olmasa bile (aile,arkadaş,eş, sevgili) gidip sarılıp ağlayabileceğin, senin geçtiğin yollardan geçmiş çektiğin acıları bilen birilerinin, güzel insanların olması.

Ben şuan gerçekten spor yapmaktan çok keyif alıyorum ama en keyiflisi bunu güzel bir ekiple yapıyor olmak ve onlarla paylaşıyor olmak. Benim bu spora olan sevgimi de zaten en çok onlara borçluyum. Buradan da teşekkür ederim


Thursday, June 28, 2012

Endurance.

    
   Süreklilik, dayanma, katlanma, çekme, tahammül, sabır, dayanıklılık.. hepsi “endurance” teriminin Türkçe karşılıkları. Tek bir kelimeyle bu kadar güzel anlatılırdı her şey sanırım. Kısa mesafe koşuları, zamana karşı yarışma, heyecan, adrenalin hepsi tamam ama benim açımdan uzun soluklu tempoyu korumak en önemlisi. Tam da bu yüzden maraton koşusu aradığım şeylerin karşılığı olarak duruyor. Uzun süreli her şeyde olduğu gibi maratonda da birden çok denge var işin içine giren. Koşuya başladığınız zaman ile bitiş anındaki siz arasında kafanızdan geçen bir sürü düşünce, tam bir adım daha atamayacağım dediğiniz an ayaklarınızın sizden bağımsız olarak gidişi, başlangıç ve bitiş çizgisi arasındaki hızlanmalar. Hepsi oyunun bir parçası aslında. Evet yukardaki tanımların hepsi de maratonun terim karşılığını veriyor, "the triumph of will over reason" ise benim en çok hoşuma gideni oldu sanırım.

Bütün tavsiyeler, maraton koşarken başlangıçtaki temponuzu yavaş tutmanız, ortalara doğru kendi doğal hızınızı bulmanız-ki burada dayanıklılık öne çıkıyor- sonlara doğru ise temponuzu arttırmanız yönünde.

Runner’s World sitesinde okuduğum bir makalede, maratona hazır olup olmadığınızı anlamak için şu 5 soruya cevap vermeniz istenmiş:

En az bir yıldan bu yana koşuyor musunuz?

42 km daha önce Sinan’ın da belirttiği gibi, insan vücudunu zorlayıcı bir mesafe. Kimse bir gün evden çıktım ve rahatça 42 km koşup döndüm diyemez sanırım (vücut yapınızda herhangi bir üstünlük olmadığı sürece). Dolayısıyla hem vücudunuzun, hem motivasyonunuzun bu uzun mesafeli yolculuğa hazır olması gerekiyor. Makalede ayrıca, 12 ay boyunca düzenli şekilde haftada 3 kez 5.5 km civarı koşmanızın vücudunuzu maraton koşmanız için gerekli hale getireceğinden bahsediyor. Tabii burada bahsedilen maratona katılmaya karar vermeden önceki bir yıl, karar verdiğiniz andan itibaren 5.5 km koşu maalesef sizi maratona hazırlamak için yeterli değil.

Gerçekten koşmak için ayıracağınız yeterli zamanınız var mı?

Aslında en büyük problem bu, çoğu kişi koşuya başlıyor fakat daha sonra bir şekilde hayat düzeninin içine bunu yerleştiremediği için vazgeçiyor. Tabii ki burada, her koşan kişi maratona hazırlanacak, vücudunu ona göre eğitecek diye bir şart yok. Siz ne kadar, ne zaman koşabiliyorsanız onu yapın, ilk amaç hareket etmek çünkü. Ama maraton koşmak gibi büyük bir hedefiniz varsa, haftada 3 gün 7-14 km arası koşu ve hafta sonları bir uzun koşu için zaman ayırmanız gerekiyor. Eminim herkes çok meşgul; iş, sevgili, sorumluluk, sosyal çevre derken sadece koşmak için (ki buna esneme ve güçlendirme egzersizlerini katmıyoruz) haftada yaklaşık 6-10 saat arası bir vakit ayırmak baya bir adanmışlığı gerektiriyor.

Hayatınızda farklı stres unsurları var mı?


Makalede, maratona katılmaya ne kadar hevesli olursanız olun, hayatınızın değişim dönemlerinde, büyük bir iş projesi, yeni bir aile, bebek gibi, işleri biraz hafiften almaya çalışmanın pozitif bir koşu deneyimi için yararlı olduğunu savunuyorlar. Açıkçası bana en çok ters gelen madde bu oldu, özellikle hayatımızda devamlı değişimler/değişiklikler olduğunu düşünürsek, ben hayatımın genelinde hiçbir şey ertelememe taraftarıyım. Hazırlandığım bu  maratona katılamazsam bir sonrakini denerim, hayatımda negatif bir etkisi olmaz. Ama bir yandan da çevremizdeki her şeyi hırs unsuru yapmış insanlar için yıpratıcı bir deneyim olabilir belki. O yüzden çok sıcak yaklaşmamakla beraber gerçekten sizi sonraki adımlardan alıkoyacak bir deneyim olacağını düşünüyorsanız uygun zamanı beklemenizde fayda var.

Gerçekten yapabileceğinizi düşünüyor musunuz?

Makalede, eğer buna ve diğer üç soruya evet cevabını verdiyseniz, maraton için çalışmaya başlayabilirsiniz diyorlar. Ki burada Sinan’ın ilk yazısında da geçen ve bizim kendi aramızda devamlı tekrar ettiğimiz bir lafa gönderme yapmadan olmaz sanırım:
“whether you think you can or you can't, you're right!”.

Yani aslında her şey niyetle başlıyor, çalışma ve adanmışlıkla devam ediyor. Burada teknik bilgi vermek gerekirse, eğer ki haftalık uzun koşularınızı 24 km’ye çıkarabildiyseniz yarı maraton koşabilirsiniz, 24 km’den sonra 29 km ve 33 km’lere çıkabilirseniz, maraton koşmaya hazırsınız deniyor. (ayrıca evet biliyorum km’ler çok ürkütücü geliyor.)

En son soru ise belki de cevaplaması en zor olan soru:

Neden maraton koşmak istiyorsunuz?

Aslında herkesin kendi nedenleri var, belki de birden fazla hem de. Burada değinilen nokta, sadece etki altında, göze hoş göründüğü için ya da arkadaşlarınız yapıyor diye bu işe girişiyorsanız bir süre sonra kendinizde yeterli gücü bulamayabilirsiniz. Ben açıkçası, kimseyi kısıtlamanın hayatta hiçbir konuda bir fayda getireceğine inanmıyorum. Herkesin her konuda kendi şartları ve kendi nedenleri vardır çünkü. Sadece makalede eğer motivasyonunuzun kaynağı tamamen kişiselse, ki  bu sizin için önemli herhangi bir hayır kurumu için para toplama (ilerde değinmek istediğim konulardan biri de bu) ya da en basit anlamıyla kendinize bunu yapabileceğinizi göstermek, kendinizi geliştirmek ise sonuç almaya daha yatkın olacağınızdan bahsediliyor.

Maddeler bu şekilde ve eminim daha da çoğaltılabilir. Ama bence en önemlisi, bunun uzun soluklu bir çalışma olduğunu bilmeniz ve attığınız her adımda kendi vücudunuzu geliştirip meydan okuduğunuzun aklınızın bir köşesinde yer almasını sağlamanız. Vazgeçmekten, başlamamaktan sizi sadece bu alıkoyabilir.


Bitirirken sanırım bu yazıya en uygun şarkı budur:
"Queen - Don't Stop Me Now"
fizy.com/s/15mdor 


Tuğçe.

Monday, June 25, 2012

Koşucuya Sorulmayacak 5 Soru


Memlekettekilerin, koşanlara bakış açısı çok enteresan. Zamanında Semih ile koşarken Karaköy Bej'in içinden iki kız çıktı, biz de oradan koşuyoduk, onlar bize biz onlara baktık. Kızlar hiç çekinme, duyarlar mı gibi hislerden uzak bir şekilde "oha bunlar napıyo" dediler. O an gibi şu anda da ne diyeceğimi bilmiyorum.

Maratona hazırlanıyorum, koşuyorum gibi şeylerden bahsettiğimde beni deli eden sorular var:

1- Hangi maratona hazırlanıyorsun?
          Hepsine. Bir maratona hazırlanılmaz, hepsine hazırlanırsın. Ben Avrasya'ya hazırlanıyorum, o yüzden başka bir maraton koşamıyorum gibi bir şey yok. Hedef belirlersin, o ayrı. Benim hedefim Avrasya 2012'de full maraton koşabilmek. Ama maratonların biri kimya diğeri edebiyat değil. Hepsi 42 km.

2- Yorulmuyor musun?
          Yo, nerden çıkarıyosun? Ben makineyim, benzin alıp devam ediyorum. Maalesef hiç birimiz, en azından bu blogu yazanlardan hiç biri, 42 km'yi şapkadan tavşan çıkarır gibi çıkaramıyor (he sanki şapkadan tavşan çıkarabiliyoruz, ama o ayrı). Yorulmak, kendini geliştirmek, vücudunun sınırlarını zorlamak bu işin bir parçası.

3- Koşuyorsun da noluyo?
          Cevabı hem yok hem çok: Göt büyütmüyorum, sağlıklıyım, koşarken sosyalleşiyorum, keyif alıyorum, bir şeyler başarıyorum vs vs. En azından kafelerde veya bilgisayar başında boş zaman geçirmiyorum.

4- Bu soğukta nasıl koşuyorsun?
          Herhangi bir havada koştuğum gibi, ama daha keyifle, daha gazla. Yağmur yağdığında, karlı havada, buz gibi soğukta koşmak çok daha hiyi hissetiriyor bana, herkesin koştuğu havada koşmak aynı hazzı vermiyor. Ayrıca koştukça ısınan vücut, soğukta daha rahat ediyor. Asıl bu mevsimde koşmak çok daha zor. Mesela bizim 15 Ocak 2012'deki Geyik koşumuzun videosunu izleyin yukarıda.

5- Koşubandında niye koşmuyorsun?
          Soruların en naifi, en kendince zararsızı. Daha önce koşmamış, belki sizinle spor salonuna gitmek veya anlamak için soran insanların fiks sorusu. Koşu bandında koşmuyorum çünkü koşamıyorum. Dışarıda koşmanın tadını aldığımdan beri indoor egzersiz yapamıyorum. Aynı yerde aynı hızda koşmak bana hiç bir şey katmıyor. Bariyer üstünden atlamadığım, denizi koklamadığım, foto çekenlerin arasına karışmadığım, küçük çocukların başını okşamadığım zaman kendimi iyi hissetmiyorum. Ayrıca koşu bandı kadar dizlerime zarar veren bir şey olmadı şu hayatta, bir de belki halı sahalar.

Bonus: Ben koşamam ki yaaaa... Konuştuğum kızların yüzde minimum 70'inin söylediği, hatta bir de inandırmak için oda içinde koşuyormuş taklidi yaptığı söz kalıbı. Insanlar koşmak için dizayn edilmişlerdir, koşamam yok koşmam var kısaca. Totonu kaldırdığın sürece koşarsın merak etme.

Wednesday, June 20, 2012

Starting Gun!


Koşmak. herkes için farklı anlamları vardır eminim. kimisi kafasını boşaltmak için atar adımları, kimisi fazladan birkaç kiloyu verebilmek, kimisi sadece gitmek için bir yerlerden nereye varacağını bilmeden. Sanırım koşmayla ilgili en çok sevdiğim yön bu, başka hiçbir araç olmadan kendi kendinize meydan okuyorsunuz, kimseye birşey gösterme amacı olmadan sadece gidiyorsunuz. Benim hikayem 9 sene önce düzenli spor yapmamla başladı aslında. klasik ünlü bir spor salonuna yazıldım ama klasik olmayan ve çevremdeki herkesin aksine ben gitmeye devam ettim. koşu bandı olayını çoğumuz sevmesek de benim başlangıcım böyle oldu. sporda geçirdiğim zamanın %80i bandın üzerinde koşarak geçiyordu hatta kendime o kadar yüklendim ki maalesef sağ dizimde menisküs yırtığı oluştu. sonuç: ameliyat olmam lazım, koşuyu ise kesinlikle bırakmam lazım şeklindeydi. teşhisin üzerinden 6 sene geçti, ben bu senelerin çoğunda spora devam ettim ama koşuya karşı hep bir korku vardı içimde. bu arada en ufak kaçamağımda yırtık kötüleşti ve  kesin ameliyat olmamı tekrar tavsiye ettiler. 2 sene önce londraya gittiğimde cesaret bulup araştıra soruştura kendime uygun ayakkabıları buldum. onları bulmamla beraber orda kaldığım sürece düzenli koşuya başladım. İzmir-İstanbul devam etti koşu macerası. Efe ve dolayısıyla Sinan sayesinde ise maraton hikayesi Runtalyayla start verdi. daha sonra Bozcaada koşusu, benim çevremdekileri etkilemem derken böyle bir zincir olarak hala devam ediyoruz hikayemize. önümüzde bundan sonraki yazımda bahsedeceğim bir sürü maraton hedefi koyarak.. Bu blogun da aynı şeye hizmet etmesini istiyorum aslında. herkes "yapabilirim" desin. Efe yelken için olan onca ağırlığına, Sinan geç başlamasına, Tuğçe dizindeki menisküse ve biraz çelimsiz bedenine :) rağmen yol alıyorsa biz de yapabiliriz desin okuyan bir kişi bile, en azından yerinden kalkmasına yardım edebilelim.

Evet bu bir yolculuk ve daha çok başındayız ve bunun bilincindeyiz. Hayatta atacağınız her adımı atmamak için binlerce bahane bulabilirsiniz. İşinizde sesinizi çıkarmazsınız, arkadaşınıza doğruları söyleyemezsiniz, o okula başvuramaz ya da o kişiye ne hissettiğinizi söyleyemezsiniz. Ama ya yaparsanız? ya sabah yarım saat daha uyumak yerine ayakkabılarınızı ayağınıza geçirip dışarı çıkarsanız? ya herkes yemekte bir içki daha içerken siz eve dönüp sahile vurursanız kendinizi?






"You’re not born sporty any more than you’re born a traveler. It’s an action: you put on your shoes like you get on that plane. that's it."


Bu kadar basit. Koşabildiğiniz zaman koşun, bahane üretmeyin. kimsenin sizden bir ayrıcalığı ya da üstünlüğü yok aklınızdan çıkarmayın. ve emin olun o kadar iyi hissedeceksiniz ki kendinize yeni şanslar, yeni hedefler vereceksiniz üstüste.  ben hayatımın değişim dönemlerinde düzenli koşmaya başladım, attığım her adım beni biraz daha sağlamlaştırdı ruhen ve bedenen. kararlarımın arkasında durmam için bana özgürlük verdi, önüme yeni hedefler, maceralar koyarak daha iyi hissetmemi sağladı. eminim aynı şey size de olacak.

müzik, rüzgar, yağmur damlaları, ayak ağrıları hepsini daha çok hissedeceksiniz ve tam daha fazlasını yapamam dediğinizde, daha fazlasını yapacaksınız emin olun.
kulağınızdan müzik hiç eksik olmasın.

her yazı sonunda RUN! playlistinden bir şarkıyı sizinle paylaşıcam, çünkü müzik olmadan yollar bitmiyor, hatta bana hedeften önce koşmayı bıraktıran tek şey ipod şarjımın bitmesi sanırım.


"Florence and The Machine - Dog Days Are Over"
http://fizy.com/#s/17v1f7

Ayrıca:

What Do You Run For?



Tuğçe.

Madem başladık

Madem başladık yazmaya, yazalım bizde nerden başladık nereye gidiyoruz.. İlk yumruğu atan Sinanko olduğuna göre sıra bende.. 


Grubun ağır vasıtası, zat-i halim, uzun senelerden beri amatör yüzme, lisanslı tenisten milli takımda yelken yapmaya kadar bir çok sporla uğraşmama rağmen, dönüp dolaşıp hep kendimi bi yerlerde koşarken buldum senelerdir. Yelkenden dolayı hep koşu için çok ağır olmamı söylemelerine rağmen, 'dizlerin gidecek' derlerken; hep koşmamın dizlerime olan baskısı, koşmamamın hayatıma olan baskısından az geldi.

İlk olarak 10 yıl önce İzmir fuarında bir tur, iki tur, üç tur derken kendimi haftada 50 km koşarken bulmuştum.. Ardından hayatımın bir dönemecinde, koşularım yollarla beraber rafta kaldı.. Tekrardan koşmaya başladığımda farklı bir hayatta, farklı bir kıtada, herkesin muhteşem düzenli koştuğu bir yerde, New York'ta yaşarken haftada 10K bile koşarken yoruluyordum. Sinanko'ya olan sözlerimi burada çok yakın eski bir 400 metreci arkadaşım, aynen babadan oğula geçermişçesine, benim Sinan'a söylediğim gibi bana söylemişti. 


'rahat ol, zamana bakma, istediğin yerde dururuz, yürürüz, sen sadece rahat ol!'.. 


Bu cümleler hep kafamın içinde dolanırken tekrardan koşmaya başladım ve 3, 5, 15km derken bu sefer haftada 50Km'de durmayıp devam ettim. Londra'ya exchange için taşınmam ve Londra maratonuna şahit olmam beni hep hayalim olan daha uzun mesafeler için bir start verdi ve 2009 NYC maratonuna kayıt oldum.. Haftada 100-120 kilometreler koşar hale geldiğimde artık attığım her adım benim için bir düşünme molası, bağırarak şarkı söylemek için bir konser, herhangi bir sorunu çözmek için ayrılmış özel bir vakit, hatta bazen yazmaya çalıştığım tezi düşünmek için bir konsantrasyon merkezi haline geldi. Ancak 4 kasım günü olan 42.2 kilometrelik yüzleşmeden tam 3 hafta önce yaptığım 35km lik uzun bir koşuda kaldırım farkını görmeyip boşa attığım bir adımın bana acı bir dersi oldu. Dizimdeki şişlik, boşa giden bacak, esneyen kaslar ve tendonlar bana Verrazano-Burrows köprüsündeki start hattını, Brooklyn'i, Queensboro köprüsünü, 1. Caddeden Bronx'a tırmanışı ve en önemlisi Central Park bitiş çizgisini bu sene göstermeyecekti.


Gittiğim yerde spor salonu bulamadığımda, yeni yerler görmek istediğimde, bildiğim bilmediğim şehirlerde kaybolmak istediğimde ilk hamlem hep spor ayakkabıma uzanmak oldu ve olmaya da devam  edecek. Geçen sene Sinan'ın gazıyla antremansız olsa da koştuğum Antalya yarı maratonundan sonra şimdi sıra yarım kalmış bir hesaplaşmayı tamamlamaya geldi. 


İlk hedef Avrasya maratonu.. 
Bu da bir kaç delinin Bodrum şubesinin maceraları..



Avrasya 2011 15KM

Ilk Avrasya koşusu, 15 km. Günlerden 16 Ekim 2011, koşuya başlamamın birinci yılı. Ikinci yılda 42? Görücez

headstart

bazen çok net bir hedeftir ilk adımı attıran, bazen de karanlığa bir kurşun. neden olduğunu bilmeden, amaçsızca atılan bir adım. sonra bir hedef, ulaşması zor, hatta aslında ulaşmaya niyetli olmadığın bir hedef. sonra adım adım, aynı sebepsizlikle giden bir sürü daha adım.
benim için koşmak aynen böyle başladı. koştuğunu bile bilmediğim bir arkadaşımın avrasya macerasını dinledikten sonra izlediğim filmi kapattım, herşeyin bacaklarda değil aklımda bittiğini hissettim. baktım, dışarıda ciddi bir yağmur vardı. ¨hmm ya neyse yarın yaparım¨ dedim öncesinde. sonra bir iç ses durdurdu beni, bugün bu havada koşmazsan her gün bir bahane bulacaksın koşmamak için. ve çıktım.
baltalimanından yeniköye. mesafeyi bilmiyorum, biraz koşu biraz yürüyüş, bol müzik, bol yağmur. insanlık için küçük ama benim için büyük bir adım. ve öyle başladı. sonra baltalimanından arnavutköye. Ama ciddi anlamda koşmaya cihangire geri taşınınca başladım. kış, soğuk, bazen kar altında 3.5 km. her bitirişte philadelphia sanat müzesinin merdivenlerini çıkan rocky balboa gibi hissediyordum. yaptım! bitirdim! bir 3.5 kilometreyi daha, bir tane daha.
1.5 yıl sonra 3.5 kilometre koşmaya tenezzül bile etmiyorum. en başta 5km, sonra belgradın 6 km turu derken bir gün, bu blogun yazarlarından biri, Efe, dedi: Abi gel 12 koşalım. Dedim sen koş ben geliyorum. Hayatımda bir tek kez 6 km koşmuşum, onda da canım çıkmış, 12 kim ben kim. Ortaköyde buluştuk, belki de benim koşu kariyerimi değiştiren sözü söledi Efe bu sefer de, rahat ol, zamana bakma, istediğin yerde dururuz, yürürüz, sen sadece rahat ol! Başladık. Ortaköy, kuruçeşme, arnavutköy, bebek, rumeli hisarı, baltalimanı, emirgan, istinye'ye gelirken artık fazla terlemiş ve önden çok rüzgar yiyoduk. dedik dönelim, kaleye kahvaltıya. 10.5 km. bittiğinde hala koşacak durumdaydım. hepsi aklında; whether you think you can or you can't, you're right! hakkaten herşey sonuçta kafada bitti. sonrasında 12, 15 gibi mesafeleri gözümde büyütmeden koşmaya başladım.
ilk gün ömer ile benim için koyduğumuz hedef iki sene içinde full maraton'du. 1.5 sene oldu, bazen uzak gözükse de Avrasya'da, o konuşmanın 2. yıldönümüne, 42 km'ye yazıldım. hala o hedef, uzak veya yakın, ama orada. gerçekleşmesine 5 ay var. Görücez