Tuesday, July 30, 2013

An Unfinished Symphony : Marathon De Paris 2013

2012 Ekim ayında Amsterdam'da maraton koştuktan sonra kasımda İstanbul Maratonu'nda 15k'yı aradan çıkaran ve iki hafta sonra aralık başında 2013 nisanında ki 'Paris Maratonu' için hazırlanmaya başlayan bendeniz, programa başlamamdan 3 hafta sonra aralığın  26. gününe denk gelen o soğuk sisli sabahında koşumun 8. km'sinde hissettiğim kasık ağrısının antremanlarımı çılgıncasına sekteye uğratacağını, ve hatta aylarca koşmanın 'k' sinin yanından geçemememe sebep olacağını nerden bilebilirdim :) Kısaca sevgili Murphy yine yapacağını yaptı ve şöyle birkaç hafta dinlenmeyle geçebilecek bir bilek burkulması veya adale kasılması yerine, iyileşme süresi birkaç ay ile bir yılı (ve duruma göre daha bile fazla) bulan femur başı ödemini reva gördü bana.

Aylardır antreman yapmadığım halde ara ara tekrarlayan ağrı yüzünden geçtiğimiz temmuz ayında (tam 6 ay sonra) çektirdiğim ikinci MR'da görünene göre ödem sadece %50 iyileşmiş.Öyle skıcı birşey işte...

Neyse, bu hiç beklemediğim bölgede ortaya çıkan sakatlanma yüzünden mart ayında Runtalya'ya katılamadım. Zira doktor, öngördüğü süreden önce bırakın düzenli antremanı, vapura yetişmek için koşmamı bile katiyetle yasaklamıştı çünkü bir keresinde vapura yetişmek için sadece birkaç metrecik koşturup sonra karşı taraftaki programa devam edemeyecek kadar ağrı başladığı için aynı vapurdan inemeyip tırın tırın geri dönmüştüm...

Neyse böyle ağrılı acılı bir üç ay geçirdikten sonra geçirdikten sonra nisanda son kontrolüme gittim.
Paris Maratonu'ndan tam bir hafta önceye denk gelen bu kontrolde doktorumun zorlamadan birkaç km koşmayı deneyebileceğimi söylemesiyle aylar sonra ilk defa deneme sürüşü(!)ne  çıktım, topu topu 8 km koşabildim ve ağrı başlar  gibi olunca bıraktım... Paris'te en kötü bu kadar koşarım ne yapalım dedim...Sonuçta herşey aylar öncesinden ayarlanmıştı...








Maraton fuarı konusunda çok bişi söyleyemeceğim çünkü fuara gitmeden önce bir kahve içelim diye oturduğumuz kafede telefonumun çalındığını farkettim (mörfi), ve turkcelli ara hattı kapattır vs. işleri yüzünden çok vakit kaybettim. Etrafta çok dolaşmadan numaramı alırım çıkarım düşüncesiyle fuara günün son zamanlarını ayırdığımdan, gittiğimde kapanmasına sanırım 40 dakika filan vardı, birçok stand geri toplanıyordu. Sağlık sertifikamı verdim, numaramı ve çantamı kolayca aldım.



Zaten aylardır koşamadığım için moralim bozuk, üstüne telefonum çalınmış, bir de onlarca koşunun ardından özenle seçilmiş kalp atışlarımla haleti ruhiyemi dengeleyen müziklerim ve bana kaç km koştuğumu söyleyen nike running application'ım telefonla beraber yok olmuş! Demotive olmak için daha ne olsun dimi???
Neyse bu psikolojiyle battı balık yan gider diyerek bir önceki süper itina gösterdiğim hazırlık sürecime inat edercesine  sıfır egzersizle geçen 3.5 ayın üzerine maratondan önceki son gün geç saatte bol soslu güzel bir yemek ve yanında bir kaç kadeh şarap yuvarladıktan sonra ertesi sabahı düşünerek yattığımda gece saat 2'ye geliyordu:) 5 saat uyku bakalım nasıl etkileyecekti bünyemi:)
Şimdi düşününce Paris maratonu bir nevi deney gibi oldu aslında benim için...

Sabah alarm çaldığında ilk düşündüğüm şey 'boşver, zaten koşamayacaksın, uyu işte misler gibi' oldu.
Düşüncelerin sesini kısıp, hazırlanıp çıktığımda kahvaltı olarak bir muz, fuardan aldığım bir tane yulaflı bar ve birazda ceviz fındık yemiştim. Öncesinde yaptığım gibi izotonik içecek vs içmedim bu kez. Nasılsa eğlencesine katılıyorum ya...


Otelden çıktığımızda hava çok ama çok soğuktu. Paris değilde Miami maratonuna gelmişimcesine gibi diz altı tayt ve kısa kollu tshirt üstüne deri ceket giymiştim. Çok üşüdüğümü sanıyordum, ama o sırada maratonun başlamasını beklerken buz devrine gidip geleceğimi henüz bilmiyordum tabii:)  Neyse iki metro üç adım gittikten sonra meşhur zafer anıtı Arc de Triomphe'un orada yeryüzüne çıktık. Kalabalıkla beraber şanzelize'den concorde tarafına doğru yürümeye başladık. Nihayet caddenin ortasının maraton koşucuları için kapatıldığı bölüme geldiğimizde maratonun başlamasına 20 dakika vardı. Hemen ceketimi arkadaşıma verdim ve kendi pace'imin olduğu bölüme geçtim. Çoooook kalabalıktı. İnanılmaz. Ve tabii yine her milletten insan vardı... Organizasyon dahilinde maratoncuları gaza getirmek için son ses çalan müzikler çok kötüydü.
Bunun dışında tuvalet kuyrukları korkunçtu. Şöyle söyliyim bu sefer tam 45 dk tuvalet kuyrugunda bekledim ve hava o kadar soğuktu ki çişi olmayanın bile çişi gelir... Nasılsa koşamicam diye maraton kafasından o kadar çıkmışım ki, İstanbul'dan ayrılırken koşudan çok tatile gidiyor havasında olduğum için yanıma koşmaya başlayana kadar sıcak tutacak bir sweatshirt vs. almayı akıl edememiştim. Siz siz olun nisanda Paris'te koşacaksanız, sakın ama sakın ama sakın! bu hataya düşmeyin, mutlaka kalın bir polar yada en azından atınca üzülmeyeceğiniz bir sweatshirt vs alın. Gerçekten çok soğuk... O sabahtan sonra insan vücudunun direnciyle ilgili düşüncelerim yepyeni bir boyut kazandı. Gerçektende o ayazda üstümde yazlık tshirt altımda yarım taytla beklerken o bir saatte zatüre olmadıysam, bir daha zaten istesemde olmam, olamam. Hatta kışın kombiyi açmadan yaşayabilirmişim demek ki diye bile düşündüm:) Neyse şaka bir yana bir ara o kadar üşüdüm ki  baktım maraton başlamış çoktan ama benim önümde binlerce insanda hala bir kıpırtı yok, demek ki daha çok sürecek bize sıra gelmesi....'acaba vazgeçip dönsem mi?' diye düşündüm. Ah o dondurucu soğuk yok mu! İnsanın aklına edepsiz düşünceler sokuyor!!  Fakat bir yandanda atmosfer yine o kadar büyüleyiciydi ki!
Dünyanın en güzel şehirlerinden birinde onbinlerce insanla birlikte aynı amaç için bir aradasın ve çalan kötü müziklere, dondurucu soğuğa rağmen,  sabahın ilk ışıklarını önündeki uzun boylu tiplerin arasından yakalayıp ısınmaya çalışırken yinede çok sakin ve pozitif hissediyorsun:)
Hahaha bu kadar lafın üstüne şu son yapıcı cümlem  çok inandırıcı gelmemiş olabilir ama öyle gerçektende :)) Yemin ederim!! :P



Bu arada sorun havanın soğuk olmasından ziyade katılımcı sayısı çooook fazla olduğu için maraton başladıktan sonra start çizgisinin altından geçene kadar en az bir yarım saat bekliyor olmak. Tabii 3 saat altı pace grubundaysan o kadar beklemiyorsundur heralde...Neyse.. koşabilmek için binlerce insanın ilerleyip önümü açmasını beklediğim süre ile wc için bir extra 10 dk birleşince, start'ın altından geçmem 55 dakikamı aldı! İnanılmaz değil mi:) Tam 55 dakika!! Ve tabii bir kez daha arkadaşlarım beni kalabalıkta gözden kaçırdıklarını düşünüp şehrin sokaklarına vurmuşlar kendilerini. Sayelerinde  09:00 - 09:40 arası koşan binlerce insanın yüzlerce fotoğrafı mevcut elimde, ve tabi hiçbirinde ben yokum:)




Nihayet start'ın altından geçtiğimde saat 09:55'ti. Bir kez hareket etmeye başladıktan sonra donmuş bedenim çabucak ısındı ve kendime geldim. Bu arada 'Kalabalıktan koşamıyorum' gibi bir durum yaşamadım hiç. Caddeler geniş olduğu için rahat rahat çarpmadan etmeden koşabiliyorsun.







 Az koşacağımı düşündüğüm için yanıma arkadaşımın içinde ne müzik olduğuna dair hiçbir fikrimin olmadığı iphone'nu dışında hiçbir enerji jeli, içecek veya besin barı almadım. İlk 5 km sonunda en birinci istasyondaki bütün suların tükenmiş olduğunu gördüğümde canım sıkıldı çünkü çok susamıştım,  sonraki 2 km'yi avcı gibi yerde açılmamış su şişesi arayarak koştum ve nihayet ezilmiş bir şişe bulup ağzıma dikmemle az ilerde yeni bir istasyon olduğunu farketmem bir oldu:) İlk istasyondaki hayal kırıklığını neyseki sonrakilerde yaşamadım.
Ben vardığımda hepsinde hala yiyecek ve içecek vardı. Hahaha böyle okuyunca sanki sadece yemeye içmeye gitmişim gibi geldi kulağıma:) Neyse... Amsterdam Maratonu'ndaki istasyonlarda verilen sıvı jeller, izotonik içeceklerden sonra Paris Maratonunda verilen küp şeker, kuru üzüm, kesilmiş (çok leziz) portakallar, muz ve sadece suyu görünce 'ucuza mı kaçmış bunlar ayol?' diye düşünmedim desem yalan olur. Hatta küp şekeri görünce istem dışı güldüm:)




Neyse geyik bir yana 'Acaba bunlar enerji açısından yeterli olur mu?' dedim, çünkü neticede bende bir amatörüm ve daha önceki 'one and only' maratonuma hazırlanırken (ve koşarken) sadece sıvı jel kullanmıştım. Neyse gördüm ki dalından istasyona gelmiş, işlenmemiş doğal gıdalarda gayet işe yarıyormuş. İstasyonlarda bol bol portakal attım ağzıma.

Su içmeyide abartmayacak derecede ihmal etmedim. Tek sıkıntı üstümde kemer vs. olmadığı için istasyondan aldıgım su şişesini atmayı göze alamayıp elimde tutarak koşmam oldu çünkü bir sonraki istasyonun nerede olduğunu bilmiyordum ve öyle güzel tarihi sokakları bir kez daha gözüm yerde açılmamış şişe ararken geçmek istemedim:)


En fazla 5 km koşarım diyerek başladığım Paris Maratonu'nda 21. km işaretini görene kadar yaklaşık 2 saat 10 dakika koştum. 3.5 ay sıfır antreman, sıfır egzersizden sonra o bacakla bunu nasıl yaptım tam olarak hala çözebilmiş değilim fakat etkisinin çok büyük olduğunu düşündüğüm şeyleri söyleyeyim; görebildiğim kısmıyla parkuru çok sevdim, bir kere şanzelizeden arkama zafer anıtını alarak binlerce insanla koşmaya başladığımda  bir kez daha çok güzel çok özel hissettim. Bu koşucu kafası gerçekten anlatılmaz, yaşanır bir hadise bence... çok başka bir his...Sabahın o erken saatlerinde Paris'in bana ve bizlere tahsis edilmiş olan  bomboş sokaklarından geçmek çok keyifliydi.
Artık nasıl moralim yerine gelmişse, nasıl bir keyiflenmişsem; arkadaşımın 'shuffle shake' modunda kaldığını 40 dakika sonra farkettiğim iphonunda her 5 saniyede bir başka şarkıya atlayan indie müzik ağırlıklı (koşu için bana göre kabus) müzik listesini bile pek önemseyemedim:)


 Bu arada halk desteği müzikal anlamda harikaydı. Hemen her köşebaşında amatör bir grup caz, funk, rock, samba artık aklınıza ne gelirse koşanlar için çalıyorlardı.



Ve çok enteresan, 'şu bacağımdaki sakatlık olmasaymış sanırım ben bu maratonu bitirirdim' gibi hissettim. Yani o bacakla 21 km koştuktan sonra bile 'çok bitik, çok vs. ' durumda değildim ve bu enerjinin büyük bir kısmının atmosferden çok keyif almış olmamdan kaynaklandığını düşünüyorum.
Koştuğum kadarı gayet düz olan parkurun geri kalan bölümünü görememek, finish'in altından geçememek içimde kaldı resmen:)
Tabii bu arada şu besin jelleri, izotonik içecekler gerçekten ne kadar çok çok gerekliymiş onu da sorgulamadım değil...Kuru üzüm ve portakal oldukça işe yarıyormuş gibi geldi. Tabii bunlarla maraton koşmadım ama 21 km içinde beni çok iyi idare ettiler.


Bu kadar keyif alacağımı hiç tahmin etmediğim Paris Maratonu'nu sağlığım tekrar 42km koşmaya
hazır olduğunda, kesinlikle tekrar deneyeceğim.
Bu arada maratondan sonra sakatlandığım bölgeyle ilgili herhangi bir olumsuz ilerleme olmadı.
Durduktan yarım saat sonra normal yürüyebiliyordum.

Bu arada ağrılarım hala tam olarak geçmiş değil fakat doktorun ısrarıyla bir hafta önce tekrar başladım antremanlara. Ödem hala(!) yarı yarıya iyileşmiş olduğu için çok ufak ufak çok sakin sakin yapmaktayım koşularımı. Heran tekrar sancıyabiliyor çünkü...Şimdi uzun zamandan sonra ilk deneme olarak eylülde NB Büyükada Koşusuna katılmayı hedef koydum. Daha sonra ekimde Garda Gölü Maratonu'na katılacağım, fakat yine 15 km için:) ve hala iyiysem bir daha koşmam dediğim İstanbul Maratonu'nda bu sefer çevreden gelen ısrarla yine bir 15 km koşacağım. Neyse bu yıl finish'i değiştirmişler. 15k koşanlar finishten önceki o korkunç yokuşu çıkmayacakmış...
Son söz olarak; spor olayını bisiklet ve yüzmeyle dengelemeye çalışsamda sanki hiçbiri koşmanın verdiği hazzı ve huzuru vermiyor gibi hissediyorum : ) Koşmaya bayılıyorum yahuuu!!!