Friday, June 6, 2014

Runner friends,

Bir süredir aklımda olan birsey var, ama ne kadar ilgilenirsiniz, ne kadar istersiniz bilmiyorum.

Konu: Relay :)

Gecen sene Leyla "Hood to Coast"'a katıldıgından beri aklımda ve cok eglenceli olabilecegini dusunuyorum.

Ne dersiniz, 2015 icin Hood to Coast veya Lake Tahoe tarafında da güzel bir tane var, bir relay'e katılmak ilginizi ceker mi?

Hood to Coast:  http://www.hoodtocoast.com/

Lake Tahoe relay: http://www.laketahoerelay.com/index.html

Reno - Tahoe relay: http://www.renotahoeodyssey.com/index.htm

Hood to coats Agustos ayında oluyor, yaklasık 10km'lik leg'lerden olusuyor. Min 8 kisi olmak üzere 12 kisilik ekipler yarısabiliyor.

Reno - Tahoe relay de aynı sekilde yaklasık 10 km'lik leglerden olusuyor. Yine 12 runner ideal diyorlar. Zamanı mayısta.

Lake Tahoe relay'in daha az leg'i var, ama her biri yaklasık 10 miles. Ekip 7 kisilik burada. Bu yarıs da Haziranda oluyor.

Boyle bir maceraya ne dersiniz :)

Sevgiler,

C

Tuesday, November 19, 2013

Sıralı Adımlar


Son antremanı da yapıp yarışı beklemeye geçtiğim, karbonhidratları deli gibi depoladığım günlerde bir anda ortaya çıkan rahatlama hissi, "elimden geleni yaptım, bitireceğimden emin değilim ama içim rahat" hissi 14. kilometre civarlarında ciddi azalmıştı. 15K koşacak Ali Mert Vuruşkan ile rotalarımız yakında ayrılıyordu ve alabildiğim mesafe, benim yarışım gözönüne alınınca daha baya başlardaydı. Kalçam ise hiç öyle demiyordu. Tamam dedim, bu sene de bu iş olmayacak ve ben de bir daha denemicem. Benim vücudumun böyle bir limiti yokmuş, yapacak bir şey yok, hazırlanması da güzeldi. Bunlar aklımdan geçerken hala koşuyordum, henüz Unkapanı'ndan yukarıya çıkmaya başlamamıştım.

Sonra arka düzlük diye kafamda yer eden sahil yoluna çıktım. Yarıştan önce bu yollarda iki kere 30+ koştuğumdan dolayı geçen senekinden çok daha farklı bakıyordum. Bitmek bilmeyen, başı sonu olmayan, adeta maraton çölü gibi gelen sahilyolu bu sene çok daha bilindik ve üstesinden gelinebilir haldeydi. Ama vücudumdan hiç emin değildim. Sakız Adasında tanıştığım ve bana hazırlıklarımda çok yardımcı olan Hasan Dönmez'in dediklerini hatırladım: "yürüme, yürürsen tekrar koşman çok zor olur". Çizgi filmlerde sol omuzda oturan şeytanınsa farklı fikirleri vardı: "bırak, bu iş bitti, olmayacak, boşver". Nitekim daha Ataköy'e gelmeden, Mcdonalds'ın oralarda ufak ufak yürümeye başladım. Ama çok kısa, daha sonra tekrar koşuyordum. Kafamı dağıtmaya karar verdim, bu iş böyle gitmeyecekti çünkü. O kadar sinirim bozulmuştu ki müzik bile dinlemek istemiyordum, çıkardım kulaklıkları. Bütün bir sene, geçen senekinden çok çok daha iyi hazırlandım ve geçen sene bıraktığım yere bile gelemicem sonunda. Niye? Niye? Niye? Acaba bayramda ayağıma daha uygun olduğunu düşündüğüm ayakkabıdan dolayı mı? Hala da öyle düşünüyorum. O günden beri daha tatsız koşar olmuştum. Bayramdan önce rahat rahat koştuğum 30'u, yeni ayakkabı ile çıkaramamıştım. Gel-Kayano'dan Gel-Nimbus'a geçmiştim yere basışıma daha uygun diye ama sonumu belki de bu hazırladı. Ya da belki de hakkaten hazır değildim. Kendimi yiyip bitirdim ve olan oldu. Bilmiyorum. Müge'yi aradım, onunla konuştum. Onlar 10K koşmuş, sucuklarına ekmek banıyorlardı. Onların da hakkı; hiç antreman yapmayana 10K da maraton gibi geliyor, çok doğal. Biraz kafam dağıldı. Kafam dağıldıkça da yürürken aslında baya zinde olduğumu, fiziksel durumumun hiç de kötü olmadığını ve gerekirse yürüyerek de olsa bitirebileceğimi gördüm. Kalçamın ağrısı hariç, aslında cidden hazırdım maraton koşmaya. Tek sıkıntı koşmakta zorlanıyordum.

Sonra düşündüm. Bu sene ilk defa bağış toplama kampanyası yapıyorum ve yarıştan sonra ikinci bir mektup daha atıcam. Burada insanlara "başaramadım" demek istemiyorum. Yol kapansa da, finiş sökülse de ben bunu yapıcam. Çünkü bir daha maraton denemicem ve en azından bitirmiş olarak sahneden inmek istiyorum. Başladım yürümeye.

Önden giden, genel olarak Kenyalılar olarak anılan pro atletler ve maratonu 3.5-5 saat arası bitiren amatörlerin yaptıkları işler gerçekten çok büyük başarı. Ama onların da arkasında bir grup var. Benim de içinde olduğum bir grup. "Şansı bile olmayanlar", "Sürünenler", "Krampçıbaşılar". Sayı olarak az, herkesin suratında acı, bir kısmını belediye otobüsü veya ambulanslar topluyor, diğerleri finişe doğru asfaltta sürükleniyor. Alkışlayan da çok az insan olur, bekleyen de. Ama aslında bu grup, diğerlerinden çok daha fazla kendi kapasitesinin üstüne çıkıyor, hem fiziksel hem mental olarak. Orada çok az kişinin gördüğü ve hissettiği bir duvar üstüne duvar aşma durumu var.

Bu düşüncelerle yürümeye devam ederken, diğer yürüyenlerle de arkadaş olmaya karar verdim. Fransız Pascal, Hint Charan ve diğer Malezyalı bir kız ile bu sayede tanıştım. Pascal hiç koşmadı, ben arada koştum ama o beni yine de geçti. Hala bilmiyorum nasıl. Baya kafam karışık o konuda, geçelim lütfen. Ama birbirimize destek olduk, arkadan gelip geçen öbürünün koluna girdi, destek verdi, haydi'leri sıraladı bildiği dilde. Sonra geçen sene bıraktığım yer olan Abdi Ipekçi civarında Efe'yi aradım, onunla muhabbet ettim. Hala yürüyorum bu arada.

Ve enteresan bir şey oldu. Farkettim ki ben yürürken, sürünürken, aslında "duvar"ı geçmişim. Bir baktım ki kafam çok rahat ve ben bitireceğimi biliyorum. Evet, her kilometrede görevliler ayağıma birer kilo daha ağırlık takıyorlar ve her adım daha da zorlaşıyor ama sahilin soğuk esen rüzgarı, yalnızlık ve ağrılar arasında farkettim ki ben, Unkapanı'na gelmeden hissettiğimden çok daha eminim kendimden. Ben bu maratonu bitiricem. Müge ile konuştum, Gülhane parkı girişinde buluşup geri kalanı beraber gitmeye karar verdik.

Evime yakınlığından dolayı Balık Hal'ine çok gittim geldim antreman adına. Zaten Yenikapı ile de dipdibeler. Yani eğer ben Yenikapı'ya gidersem bu iş biticekti. Ve ufukta Yenikapı'yı görünce biraz daha koşmaya başladım. Az ve yavaş ama koştum. Yorulurken bıraktım. Yenikapı'da yolda kalan koşucuları toplamak için otobüsler geçti, hepsine devam işareti yaptım. Ahırkapı civarında bir polis otosu, "yol trafiğe açılacaktır, lütfen kaldırıma çıkalım" anonsu yaptı, kalabalık kaldırıma geçtim. Gülhane Parkı'na gelmek üzereyken otostop çektiği polis arabasından Müge indi :) Güzel bir şoktu o da. Sonrası Gülhane Parkı ve akabindeki yokuş. Yolda yeni bitirmiş, birilerinin kollarında topallayan ama acı içinde olmalarına rağmen yeni gelenleri alkışlayan insanlar. Yüzüm, vücudum, hatta diyaframım karıncalanmaya başladı. Son kilometreydi ama ben de bitmek üzereydim. En büyük soru işareti; bu kadar koştum ama acaba finiş orada mı hala? Birileri beni alkışlayacak, o son düzlük hala koşuculara ait olacak ve ben, bu kadar kilometrenin ardından, finişten geçme zevkine nail olacak mıyım? Cevap evet evet evet. Finişi görünce koşmaya başladım son enerjimle. Hala, çok olmasa da, insanlar vardı ve çılgın gibi alkışlıyorlardı. Belki de bekledikleri biri vardı veya en sonda gelenlerin aslında ne kadar büyük bir iş başardıklarının farkındalardı. Finişe adım atar atmaz yere kapaklanıp hüngür hüngür ağlamaya başladım. O rahatlama, "let go" etme, bitirme hissi inanılmaz. Kendimi durduramadan, hıçkırıklara boğuldum. Finişte düştüğümü gören görevliler sedye ile geldiler ama iyiydim. Hatta süperdim, muhteşemdim. Bitmişti çünkü. Müge ile beraber, ayların antremanları, gece çıkmamaları, içilmeyen alkolleri, sabah erken kalkıp koşmalarından sonra bunu, bütün aksi giden şeylere rağmen bitirmemi ağlaya ağlaya kutladık. Övülünecek bir zamanım olmadığı kesin ama umrumda değil. 6 saat 3 dakika! Tek saniyesinde durmadan finişe geldim ve 42195 metreyi bitirdim. Artık koşmaktan, spor yapmaktan hatta hareket etmekten bile nefret ediyordum ama çok mutluydum. Oh!
Teknik not: Şu an sonuçlara bakıyorum. 6.03.11 ile erkekler arasında 2257. olmuşum. Ama asıl bana cesaret veren ara zamanlarım.

5K  : 35
10K: 1.10
15K: 1.44
20K: 2.21
25K: 3.01
30K: 3.50
35K: 4.42
40K zaman ölçüm yeri ben geçmeden kaldırılmıştı :)
42K: 6.03

Yani aslında ilk 20K müthiş bir istikrarla gitmişim, sonra da ufak ufak artmış, en sonda baya dağılmışım :) Herşeye rağmen cesaret verici.

Monday, September 30, 2013

RUN ISTANBUL BAĞDAT CADDESİ KOŞUSU: 10 NUMARA 5 YILDIZ

Dün sabah sahilde koşmak üzere evden çıkmış yürürken yerlerde kaldırımlara yollara saçılmış yığınla flyer gördüm. Önce öylesine bir reklamdır herhalde diye düşünüp ilgilenmedim hatta sinir oldum her yeri kirletmişler diye fakat 5 dk içerisinde o kadar çok karşıma çıktılar ki en sonunda merakıma yenip düştüm ve yerden bir tanesini alıp baktım neymiş diye. Ve Olleyyy!!! Meğersem akşam 19'da Bağdat caddesinde geçen sene gerilla katıldığım Nike'ın bu sefer 7K koşusu varmış. Bu arada bir parantez açmak istiyorum. Evet, koşunun her yerde ilanları vardı, biliyorum fakat son bir aydır hayat kontrolüm dışında o kadar hızlı geçiyor ki; zamansızlıktan ve  yorgunluktan günlük antrenmanlarımı gerçekten mecburiyetten aksatmakla beraber,  çok istediğim NB Büyükada koşusuna bile katılamadım kayıt olduğum halde. İşte bu nedenle Nike koşusuyla ilanlarını sürekli görmeme rağmen bir türlü hangi günmüş, ne zamanmış, kesin zamansızlıktan koşamam, neyse daha vardır zaten vs. diyerek ilgilenememiştim. Dün sabah flyerı elime alıp koşunun uzun zamandır ilk kez hiçbir şey yapmama lüksümün olduğu o pazar akşamı gerçekleşeceğini görünce acayip mutlu oldum ve sabah koşusundan vazgeçerek, enerjimi akşam caddeye saklamaya karar verip gerisin geri eve döndüm.

Tabii kayıt filan koşu günü olamazdı. Bir kez daha gerilla koşacaktım. Yapacak birşey yoktu.
Seneye gerçekten yakından takip edip önden kayıt olucam, kendime söz veriyorum.


Fakat takdir edersiniz ki sadece önümde numara taşımıyorum diye kendi mahallemde hazır mis gibi cadde ve sahil yolu  kapanmışken binlerce koşu sevdalısı insanla o enerji seline dahil olmamak kabul edilemezdi benim için. İyi ki de katılmışım çünkü atmosfer çoook iyiydi!!!!

Nike neredeyse bu işi kapmış arkadaşlar. Organizasyona notum on üzerinden sekiz.
Geçen sene koşu parkuru Bağdat Caddesi Suadiye'den başlayıp sahil yoluna dönüyor ve orada sonlanıyordu. Bu sene tam tersine çevirmişler ve sahilde başlatıp caddede bitirmişler ki bence çok daha iyi bir karar olmuş. Zira koşuya başlarken mis gibi deniz havası soluyorsun, gün batımı, muhteşem adalar manzarası ve sahile keyif yapmaya gelmiş spor seven bilinçli kadıköy halkının coşkun tezahüratları eşliğinde.
Parkur cadde tarafına döndüğü zaman ise hava artık kararmış, gecenin karanlığını ışıl ışıl mağaza, cafe ışıkları ve sokak lambaları aydınlatıyor. Vücudun iyice ısınmış fakat zamanlama o kadar iyi ki, sen ısındıkça hava serinliyor. Ayrıca şimdiye kadar gördüğüm ennnnnn iyi türk seyircisi burada!!!!!!  Avrasya Maratonu Anadolu yakasında yapılsın bence, gerçekten bunu diledim akşam! Seyirci kitlesi müthişti.
Yurtdışı yarışları gibi yolun iki tarafında da kalabalık seyirci kitlesi vardı; alkış tutanlar, tebrik edenler, 'gurur duyuyorum sizinle evladım, aferin' diyenler, su uzatanlar, gümbür gümbür davul çalarak ritm tutan bando takımı...
Kendi şehrimde nihayet böyle bir manzara görebildiğim için gerçekten çok duygulandım.
On bin insanın canla başla bu koşuya iştirak etmiş olması, ve yine yüzlerce insanın yol kenarında izleyici olarak moral vermesi, destek olması ve ennn önemlisi hem izleyenlerin hem katılanların keyif aldığı koşuya dair  bir etkinliğine şahit olmak...çoook güzeldi. Kadıköy'ü seviyorum. Kadıköy halkını seviyorum. Kadıköy'lü olmak gerçekten bir ayrıcalık. Keşke bu seyirci kitlesi Avrasya Maratonu'nda da olsa. Herşey ne kadar farklı olurdu...
Organizasyona devam edelim; Parkur yönündeki değişikliği ve yarış saatini geçen seneye göre çok daha başarılı buldum. Başlangıç ve bitiş noktalarında ki karşılama, müzik sistemi, yarış sonrası etkinlik ve ikramlar kısmı oldukça başarılıydı. Ben almadım tabii ki fakat yarış sonrası dağıtılan yeni tshirt olayını çok iyi düşünmüşler. Sırılsıklam bir şekilde eve yollanmak pek keyifli olmuyordu çünkü.  Sahil yolu üzerinde canlı müzik yapılan bir ya da iki tane sahne kurulmuştu. Özellikle sahil yolunu çok güzel dekore etmişlerdi. Kocaman ışıklı Nike balonları, bayraklar, yazılar vs. görsellik adına çok iyi iş çıkarmışlar. Tebrik ederim. Tabii koşu akşam olunca daha da bir şık geliyor insanın gözüne bu detaylar. Göztepe Parkı'ndan caddeye doğru çıkarken yerlere  yapıştırılmış küçük ışıklar, ağaçların arasına çekilmiş fosforlu ipler ve led şeritler gece koşusunun yaralanma risklerini minimuma indirmek üzere düşünülmüş zeki ve estetik detaylardı. Olumsuz yönlerine gelince; başlangıç noktasında yarış öncesi on bin kişiyi üç şeritli yola sıkıştırıp ısınma yaptırmaya çalışmak pek akıllıca bir iş değildi kanımca. Zaten kıç kıça duruyorsun, nasıl eğilicen kalkıcan vs. Buna seneye bir çözüm getirsinler. İkincisi parkur üzerinde yeterince KM işareti koymamışlar resmen. Kaç defa Nike+'a bakmak durumunda kaldım ne kadar mesafe gittiğimi görmek için. Koşuya yeni başlamış biri olsaydım ve kolumda Nike+ olmasaydı, yorulmaya  başladığım noktalarda paniklerdim kesin 'ne kadar kaldı yeaaa?' diye. Irmak Okulları'nın orada bir 2KM işareti gördüm sadece. Onu da sabah yürürken görmüştüm. İnsan Led ışıklarla yazar 2km, 3km , 4km vs. diye. Zaten bu koşuya katılan insanların %90 'ı amatör ve 7K onlar için hiç de fena olmayan bir mesafe. Dolayısıyla parkur üzerine her 500m/1Km arası tabela koymak motive olmak, aynı zamanda nefes/enerji kontrolü yapmak açısından oldukça faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Üçüncüsü su istasyonları resmen sıkıntılıydı. Bir kez daha  Led tabelanın gerektiği bir noktaydı bu. Gecenin karanlığında binlerce insanın arasında koşuyorsan, koşucular tarafından önü istila edilmiş iki tane minik su istasyonunu es geçebiliyorsun. Kendi adıma 7K gibi bir mesafede zaten suya ihtiyaç duymuyorum fakat deli gibi susayan, ama istasyonu göremeden geçen birçok kişi olmuştur eminim.
Organizasyona dair başka bir eleştirim yok, hatta bu 3 konu dışında dediğim gibi çok başarılı buldum. Görsel şölen 10  numaraydı, Nike'ın dağıttığı çanta ve tshirt güzel gözüküyordu, nihayet pamuklu  klasik tshirt değil de koşu için tasarlanmış özel kumaş t-shirt veren bir organizasyon var. Geçen sene de bu konuda aynı şekilde davranmıştı Nike. Yine tebrik ediyorum kendisini. Bol Aferin.
New Balance Büyükada'da ne tshirt verdiler bilmiyorum ama, Eymir Gölü koşusunda verdikleri tshirt fiyaskoydu, aynı şekilde geçen sene  Vodafone Avrasya Maratonu Tshirtleri de rezaletti bence. Nike'a bakıp biraz feyz alsınlar. En basidinden şu örneği vereceğim; geçen sene Nike cadde koşusunda verilen siyah tshirtler tasarım ve kumaş açısından kaliteli olduğu için insanlar sevdiler ve benimsediler ki yarıştan sonrada spor esnasında veya günlük kıyafet üstüne tshirtü giymeye devam ettiler ve dolayısıyla bu insanlar üzerinden Nike şahane bir şekilde hem marka ve hemde organizasyon reklamını yapmış oldu. Kendim bizzat şahidim buna.  Geçen sene yapılan Avrasya Maratonu tshirtünü ise bir allahın kulunda görmedim yarıştan sonra.Yatıya gelen arkadaşlarıma veriyorum pijama niyetine...Vodafone Avrasya Maratonu için çalışan ekip; umarım izlemişsinizdir dün akşam gerçekleşen Nike Bağdat Caddesi koşusunu. Geçen seneye göre kendini çok daha iyileştirmiş, geliştirmiş bir organizasyon başarısına imza attı Nike. Umarım Vodafone Avrasya Maratonu 2013 organizasyon açısından geçen seneye göre daha bir eksiklerini tamamlamış olarak çıkar karşımıza kasım ayında. Hem gerilla koşup hemde utanmadan baştan aşağı incelemiş oldum koşuyu lakin genel olarak çok keyif aldığım için özellikle sıcağı sıcağına hemen yazmak istedim napiim:)

Tekrar tekrar Kadıköy insanına sevgiler, saygılar. Dün akşam ki şahane atmosferde onların inanılmaz desteği, koşucularla etkileşimi herşeyden daha güzeldi benim gözümde. Umarım böyle sahneleri bundan sonra başka koşularda da görürüz şehri-i İstanbul'umuz da:)

ps: görseller instagram'dan. çekenlerin ellerine sağlık.

Monday, August 26, 2013

Sakız Adası YM ve 10KM

30 Ağustos haftasonunda yapacak işiniz yoksa size mükemmel bi alternatif önerim var: Sakız Adası. Ben de sezonu güzel bir yerde bir yarışa katılarak açmak için etrafta dolanırken bambaşka bir yerden reklamı geldi bu yarışın. Yer güzel, 2 gece 3 gün 165€ tur da var, zaten tatil, enteresan bi alternatif. Ben rezervasyonumu yaptırdım, hatta perşembe öğleden sonra tek başıma arabayla Çeşme'ye gidiyorum, isteyen benle de gelebilir. Ya da isteyen bana Çeşme'deki evini veya bi arkadaşının koltuğunu paslayabilir, henüz kalacak yerim yok.

Rota gayet keyifliye benziyor ama elevation change'ler hakkında fikir edinemedim. Yarı maraton denemek istiyorum ama sıcak mı olur acaba diye de düşünmüyor değilim. Görücez bakalım. Neyse gelmek isteyen benle iletişime geçebilir, sinanko@gmail.com hatırlatmak gerekirse

Monday, August 19, 2013

Van'a Koşmak

Acil cevap bekleyen bir konu aslında bu, eğer müsaitseniz. Bu blogu okuyan, yazan veya ilgilenen herkes koşucu, hemen hemen hepimiz de Avrasya'da belli bir mesafeyi koşmayı planlıyoruz.

Şu ana kadar ben kendim için koştum ama bu sene bir fundraiser yapmak istedim. Bu fikri de bana Rotaryen abim Murat Kaynar verdi. Kendisi Adım Adım ile Runtalya'da koşmuş ve 50.000 TL civarı bir bağış toplamıştı. Bu bağışlar, Van Erciş'te depremden etkilenen çocuklara okul yaptırılması, eğitim birimleri kurulması için kullanılmış-kullanılıyor. Ama hala daha fona ihtiyaçları var, buranın işletme kalemlerinde büyük eksikler var. Murat Abi de bir yıl içinde, hele de aynı proje için ikinci kez bağış projesi yapmanın doğru olmayacağını -bence haklı olarak- düşünmüş, bunu bana teklif etti. Adım Adım'ın başındaki Gülsevim Hnm ile de iletişim halindeyim şu anda.

Biz TUFODER olarak böyle bir şey yapmak ister miyiz? Ben varım, kişisel olarak okeyim ama hep beraber olsak çok daha güzel olur. Ben AA'ya üye olmak istemiyorum, bir topluluk olacaksak TUFODER olalım ama yarattığımız fonları AA üzerinden, bizden daha başarılı şekilde kullanabilecek yerlere aktaralım derim. Gülsevim Hnm, kendi ofislerinde bir sunum da yapmak istiyor. Istanbul'da olanlarla beraber gidebiliriz de.

Bu konuyla ilgili hızlı bir dönüş yaparsanız çok sevinirim.

Thursday, August 15, 2013

Yine Yeniden Avrasya

Geçen sene hani şu koşamadığım, 32. km'sinde bıraktığım Avrasya'yı bu sefer koşmaya çok çok ciddi niyetliyim. Azimle hazırlanıyorum, bu sene o 42 bi-te-cek.

Sizlerle de bu hazırlıklarımı paylaşayım, tavsiyelerinizi alayım istedim.

- Bir kere Avrasya'nın ardından yılbaşında personal trainer tuttuk. Fiyatı da makuldu. Canımızı okuyor. Eskisinden çok daha kuvvetli olduğumu, ilk zamanlarda yapamadığım hareketleri şimdi nasıl rahat yaptığımı gördükçe motive oluyorum. Bir süre pek koşmadan, hatta hiç koşmadan antreman yaptım. Sonrasında baya yavaşlamıştım açıkçası. Hatta dedim, bu antremanlar beni yavaşlatıyor mu? Ama yavaş yavaş eski hızıma döndüm. Bu yaz sıcaklarında eski hızımdaysam, havalar kendine geldi mi çok daha iyi koşarım eminim.

- Sonrasında bizim personal trainer'ın beraber çalıştığı yerdeki hocaların birinden koşu antremanları aldım. Haftada 3 koşu, 2 antreman yapıyorum. Koşuların biri hız (şu anda 5km 12 hızla), biri patlama (30 sn sprint, 90 sn yavaş), bir de uzun koşu. Uzun koşularda niyet 20 diyor ama her hafta yarı maraton koşamicam açıkçası :) Efeyle bir Bodrum sabahında çıkıp 8 km koştuk, o kendi içinde 20'ye tekabül ediyor zaten. Onun dışında da Belgrad'da 2 veya 3 tur koşuyorum genelde. Bu hafta bu koşu antremanlarında bazı değişiklikler yapacak hoca. Mesela sprinti 45 sn-90 sn cycle'ına çekecekmiş. Ama bu antremanları yapmaya başladığımdan beri koşumun ciddi geliştiğini gördüm.

- Bir de ben yemek yemeyi fazla seviyorum. O yüzden de bir türlü kilo veremiyor, bıngıllarımı yanımda taşımam gerekiyordu her koşuda. Chef's Pack diye bir şeye üye oldum 2-3 haftadır. Yemeklerimi eve getiriyor haftalık. Ben de onları yiyorum. Hem öğün başına da 15 TL'ye geliyor. Ayrıca hem doyurucu besleniyorum hem de sağlıklı. Ayrıca ben anormal yemek seçerim, ona göre yemek listesi de veriyorlar. Şukela.

Hepsini yapıyorum, tatillerde de koşuyorum. Bu sene çok azimliyim, o maraton bitecek! Arada da koşulara yazıldım ama pek fazla yok. Hatta itiraf etmek gerekirse sadece Büyükada Koşusuna yazıldım şimdilik :) Bir de aslında Macerada diye bir şey varmış, hafif triatlon kafası (ki seneye yaz da triatlon koşucam). Ama o RockNCoke haftasonuna geldiği için gidemicem. Iyi yarışlar bilen ve yazılan var mı? (Nike Run'da da burada olmayacağım maalesef)

Sizin nasıl gidiyor herşey, antremanlar yolunda mı? Nelere hazırlanıyorsunuz?

Tuesday, July 30, 2013

An Unfinished Symphony : Marathon De Paris 2013

2012 Ekim ayında Amsterdam'da maraton koştuktan sonra kasımda İstanbul Maratonu'nda 15k'yı aradan çıkaran ve iki hafta sonra aralık başında 2013 nisanında ki 'Paris Maratonu' için hazırlanmaya başlayan bendeniz, programa başlamamdan 3 hafta sonra aralığın  26. gününe denk gelen o soğuk sisli sabahında koşumun 8. km'sinde hissettiğim kasık ağrısının antremanlarımı çılgıncasına sekteye uğratacağını, ve hatta aylarca koşmanın 'k' sinin yanından geçemememe sebep olacağını nerden bilebilirdim :) Kısaca sevgili Murphy yine yapacağını yaptı ve şöyle birkaç hafta dinlenmeyle geçebilecek bir bilek burkulması veya adale kasılması yerine, iyileşme süresi birkaç ay ile bir yılı (ve duruma göre daha bile fazla) bulan femur başı ödemini reva gördü bana.

Aylardır antreman yapmadığım halde ara ara tekrarlayan ağrı yüzünden geçtiğimiz temmuz ayında (tam 6 ay sonra) çektirdiğim ikinci MR'da görünene göre ödem sadece %50 iyileşmiş.Öyle skıcı birşey işte...

Neyse, bu hiç beklemediğim bölgede ortaya çıkan sakatlanma yüzünden mart ayında Runtalya'ya katılamadım. Zira doktor, öngördüğü süreden önce bırakın düzenli antremanı, vapura yetişmek için koşmamı bile katiyetle yasaklamıştı çünkü bir keresinde vapura yetişmek için sadece birkaç metrecik koşturup sonra karşı taraftaki programa devam edemeyecek kadar ağrı başladığı için aynı vapurdan inemeyip tırın tırın geri dönmüştüm...

Neyse böyle ağrılı acılı bir üç ay geçirdikten sonra geçirdikten sonra nisanda son kontrolüme gittim.
Paris Maratonu'ndan tam bir hafta önceye denk gelen bu kontrolde doktorumun zorlamadan birkaç km koşmayı deneyebileceğimi söylemesiyle aylar sonra ilk defa deneme sürüşü(!)ne  çıktım, topu topu 8 km koşabildim ve ağrı başlar  gibi olunca bıraktım... Paris'te en kötü bu kadar koşarım ne yapalım dedim...Sonuçta herşey aylar öncesinden ayarlanmıştı...








Maraton fuarı konusunda çok bişi söyleyemeceğim çünkü fuara gitmeden önce bir kahve içelim diye oturduğumuz kafede telefonumun çalındığını farkettim (mörfi), ve turkcelli ara hattı kapattır vs. işleri yüzünden çok vakit kaybettim. Etrafta çok dolaşmadan numaramı alırım çıkarım düşüncesiyle fuara günün son zamanlarını ayırdığımdan, gittiğimde kapanmasına sanırım 40 dakika filan vardı, birçok stand geri toplanıyordu. Sağlık sertifikamı verdim, numaramı ve çantamı kolayca aldım.



Zaten aylardır koşamadığım için moralim bozuk, üstüne telefonum çalınmış, bir de onlarca koşunun ardından özenle seçilmiş kalp atışlarımla haleti ruhiyemi dengeleyen müziklerim ve bana kaç km koştuğumu söyleyen nike running application'ım telefonla beraber yok olmuş! Demotive olmak için daha ne olsun dimi???
Neyse bu psikolojiyle battı balık yan gider diyerek bir önceki süper itina gösterdiğim hazırlık sürecime inat edercesine  sıfır egzersizle geçen 3.5 ayın üzerine maratondan önceki son gün geç saatte bol soslu güzel bir yemek ve yanında bir kaç kadeh şarap yuvarladıktan sonra ertesi sabahı düşünerek yattığımda gece saat 2'ye geliyordu:) 5 saat uyku bakalım nasıl etkileyecekti bünyemi:)
Şimdi düşününce Paris maratonu bir nevi deney gibi oldu aslında benim için...

Sabah alarm çaldığında ilk düşündüğüm şey 'boşver, zaten koşamayacaksın, uyu işte misler gibi' oldu.
Düşüncelerin sesini kısıp, hazırlanıp çıktığımda kahvaltı olarak bir muz, fuardan aldığım bir tane yulaflı bar ve birazda ceviz fındık yemiştim. Öncesinde yaptığım gibi izotonik içecek vs içmedim bu kez. Nasılsa eğlencesine katılıyorum ya...


Otelden çıktığımızda hava çok ama çok soğuktu. Paris değilde Miami maratonuna gelmişimcesine gibi diz altı tayt ve kısa kollu tshirt üstüne deri ceket giymiştim. Çok üşüdüğümü sanıyordum, ama o sırada maratonun başlamasını beklerken buz devrine gidip geleceğimi henüz bilmiyordum tabii:)  Neyse iki metro üç adım gittikten sonra meşhur zafer anıtı Arc de Triomphe'un orada yeryüzüne çıktık. Kalabalıkla beraber şanzelize'den concorde tarafına doğru yürümeye başladık. Nihayet caddenin ortasının maraton koşucuları için kapatıldığı bölüme geldiğimizde maratonun başlamasına 20 dakika vardı. Hemen ceketimi arkadaşıma verdim ve kendi pace'imin olduğu bölüme geçtim. Çoooook kalabalıktı. İnanılmaz. Ve tabii yine her milletten insan vardı... Organizasyon dahilinde maratoncuları gaza getirmek için son ses çalan müzikler çok kötüydü.
Bunun dışında tuvalet kuyrukları korkunçtu. Şöyle söyliyim bu sefer tam 45 dk tuvalet kuyrugunda bekledim ve hava o kadar soğuktu ki çişi olmayanın bile çişi gelir... Nasılsa koşamicam diye maraton kafasından o kadar çıkmışım ki, İstanbul'dan ayrılırken koşudan çok tatile gidiyor havasında olduğum için yanıma koşmaya başlayana kadar sıcak tutacak bir sweatshirt vs. almayı akıl edememiştim. Siz siz olun nisanda Paris'te koşacaksanız, sakın ama sakın ama sakın! bu hataya düşmeyin, mutlaka kalın bir polar yada en azından atınca üzülmeyeceğiniz bir sweatshirt vs alın. Gerçekten çok soğuk... O sabahtan sonra insan vücudunun direnciyle ilgili düşüncelerim yepyeni bir boyut kazandı. Gerçektende o ayazda üstümde yazlık tshirt altımda yarım taytla beklerken o bir saatte zatüre olmadıysam, bir daha zaten istesemde olmam, olamam. Hatta kışın kombiyi açmadan yaşayabilirmişim demek ki diye bile düşündüm:) Neyse şaka bir yana bir ara o kadar üşüdüm ki  baktım maraton başlamış çoktan ama benim önümde binlerce insanda hala bir kıpırtı yok, demek ki daha çok sürecek bize sıra gelmesi....'acaba vazgeçip dönsem mi?' diye düşündüm. Ah o dondurucu soğuk yok mu! İnsanın aklına edepsiz düşünceler sokuyor!!  Fakat bir yandanda atmosfer yine o kadar büyüleyiciydi ki!
Dünyanın en güzel şehirlerinden birinde onbinlerce insanla birlikte aynı amaç için bir aradasın ve çalan kötü müziklere, dondurucu soğuğa rağmen,  sabahın ilk ışıklarını önündeki uzun boylu tiplerin arasından yakalayıp ısınmaya çalışırken yinede çok sakin ve pozitif hissediyorsun:)
Hahaha bu kadar lafın üstüne şu son yapıcı cümlem  çok inandırıcı gelmemiş olabilir ama öyle gerçektende :)) Yemin ederim!! :P



Bu arada sorun havanın soğuk olmasından ziyade katılımcı sayısı çooook fazla olduğu için maraton başladıktan sonra start çizgisinin altından geçene kadar en az bir yarım saat bekliyor olmak. Tabii 3 saat altı pace grubundaysan o kadar beklemiyorsundur heralde...Neyse.. koşabilmek için binlerce insanın ilerleyip önümü açmasını beklediğim süre ile wc için bir extra 10 dk birleşince, start'ın altından geçmem 55 dakikamı aldı! İnanılmaz değil mi:) Tam 55 dakika!! Ve tabii bir kez daha arkadaşlarım beni kalabalıkta gözden kaçırdıklarını düşünüp şehrin sokaklarına vurmuşlar kendilerini. Sayelerinde  09:00 - 09:40 arası koşan binlerce insanın yüzlerce fotoğrafı mevcut elimde, ve tabi hiçbirinde ben yokum:)




Nihayet start'ın altından geçtiğimde saat 09:55'ti. Bir kez hareket etmeye başladıktan sonra donmuş bedenim çabucak ısındı ve kendime geldim. Bu arada 'Kalabalıktan koşamıyorum' gibi bir durum yaşamadım hiç. Caddeler geniş olduğu için rahat rahat çarpmadan etmeden koşabiliyorsun.







 Az koşacağımı düşündüğüm için yanıma arkadaşımın içinde ne müzik olduğuna dair hiçbir fikrimin olmadığı iphone'nu dışında hiçbir enerji jeli, içecek veya besin barı almadım. İlk 5 km sonunda en birinci istasyondaki bütün suların tükenmiş olduğunu gördüğümde canım sıkıldı çünkü çok susamıştım,  sonraki 2 km'yi avcı gibi yerde açılmamış su şişesi arayarak koştum ve nihayet ezilmiş bir şişe bulup ağzıma dikmemle az ilerde yeni bir istasyon olduğunu farketmem bir oldu:) İlk istasyondaki hayal kırıklığını neyseki sonrakilerde yaşamadım.
Ben vardığımda hepsinde hala yiyecek ve içecek vardı. Hahaha böyle okuyunca sanki sadece yemeye içmeye gitmişim gibi geldi kulağıma:) Neyse... Amsterdam Maratonu'ndaki istasyonlarda verilen sıvı jeller, izotonik içeceklerden sonra Paris Maratonunda verilen küp şeker, kuru üzüm, kesilmiş (çok leziz) portakallar, muz ve sadece suyu görünce 'ucuza mı kaçmış bunlar ayol?' diye düşünmedim desem yalan olur. Hatta küp şekeri görünce istem dışı güldüm:)




Neyse geyik bir yana 'Acaba bunlar enerji açısından yeterli olur mu?' dedim, çünkü neticede bende bir amatörüm ve daha önceki 'one and only' maratonuma hazırlanırken (ve koşarken) sadece sıvı jel kullanmıştım. Neyse gördüm ki dalından istasyona gelmiş, işlenmemiş doğal gıdalarda gayet işe yarıyormuş. İstasyonlarda bol bol portakal attım ağzıma.

Su içmeyide abartmayacak derecede ihmal etmedim. Tek sıkıntı üstümde kemer vs. olmadığı için istasyondan aldıgım su şişesini atmayı göze alamayıp elimde tutarak koşmam oldu çünkü bir sonraki istasyonun nerede olduğunu bilmiyordum ve öyle güzel tarihi sokakları bir kez daha gözüm yerde açılmamış şişe ararken geçmek istemedim:)


En fazla 5 km koşarım diyerek başladığım Paris Maratonu'nda 21. km işaretini görene kadar yaklaşık 2 saat 10 dakika koştum. 3.5 ay sıfır antreman, sıfır egzersizden sonra o bacakla bunu nasıl yaptım tam olarak hala çözebilmiş değilim fakat etkisinin çok büyük olduğunu düşündüğüm şeyleri söyleyeyim; görebildiğim kısmıyla parkuru çok sevdim, bir kere şanzelizeden arkama zafer anıtını alarak binlerce insanla koşmaya başladığımda  bir kez daha çok güzel çok özel hissettim. Bu koşucu kafası gerçekten anlatılmaz, yaşanır bir hadise bence... çok başka bir his...Sabahın o erken saatlerinde Paris'in bana ve bizlere tahsis edilmiş olan  bomboş sokaklarından geçmek çok keyifliydi.
Artık nasıl moralim yerine gelmişse, nasıl bir keyiflenmişsem; arkadaşımın 'shuffle shake' modunda kaldığını 40 dakika sonra farkettiğim iphonunda her 5 saniyede bir başka şarkıya atlayan indie müzik ağırlıklı (koşu için bana göre kabus) müzik listesini bile pek önemseyemedim:)


 Bu arada halk desteği müzikal anlamda harikaydı. Hemen her köşebaşında amatör bir grup caz, funk, rock, samba artık aklınıza ne gelirse koşanlar için çalıyorlardı.



Ve çok enteresan, 'şu bacağımdaki sakatlık olmasaymış sanırım ben bu maratonu bitirirdim' gibi hissettim. Yani o bacakla 21 km koştuktan sonra bile 'çok bitik, çok vs. ' durumda değildim ve bu enerjinin büyük bir kısmının atmosferden çok keyif almış olmamdan kaynaklandığını düşünüyorum.
Koştuğum kadarı gayet düz olan parkurun geri kalan bölümünü görememek, finish'in altından geçememek içimde kaldı resmen:)
Tabii bu arada şu besin jelleri, izotonik içecekler gerçekten ne kadar çok çok gerekliymiş onu da sorgulamadım değil...Kuru üzüm ve portakal oldukça işe yarıyormuş gibi geldi. Tabii bunlarla maraton koşmadım ama 21 km içinde beni çok iyi idare ettiler.


Bu kadar keyif alacağımı hiç tahmin etmediğim Paris Maratonu'nu sağlığım tekrar 42km koşmaya
hazır olduğunda, kesinlikle tekrar deneyeceğim.
Bu arada maratondan sonra sakatlandığım bölgeyle ilgili herhangi bir olumsuz ilerleme olmadı.
Durduktan yarım saat sonra normal yürüyebiliyordum.

Bu arada ağrılarım hala tam olarak geçmiş değil fakat doktorun ısrarıyla bir hafta önce tekrar başladım antremanlara. Ödem hala(!) yarı yarıya iyileşmiş olduğu için çok ufak ufak çok sakin sakin yapmaktayım koşularımı. Heran tekrar sancıyabiliyor çünkü...Şimdi uzun zamandan sonra ilk deneme olarak eylülde NB Büyükada Koşusuna katılmayı hedef koydum. Daha sonra ekimde Garda Gölü Maratonu'na katılacağım, fakat yine 15 km için:) ve hala iyiysem bir daha koşmam dediğim İstanbul Maratonu'nda bu sefer çevreden gelen ısrarla yine bir 15 km koşacağım. Neyse bu yıl finish'i değiştirmişler. 15k koşanlar finishten önceki o korkunç yokuşu çıkmayacakmış...
Son söz olarak; spor olayını bisiklet ve yüzmeyle dengelemeye çalışsamda sanki hiçbiri koşmanın verdiği hazzı ve huzuru vermiyor gibi hissediyorum : ) Koşmaya bayılıyorum yahuuu!!!


Friday, May 31, 2013

3-4 kısa zırvalama

En kısasından bir kaç hikaye

1) 3 haftadır spor salonuna gitmiyorum.. galiba 1998 yılından beri bu bir ilk... ama, mutluyum... her gün yapacak bir şeyler buluyorum. Bisiklet, kürek, TRX, wakeboard, kettlebell derken aktif kalıyorum, sonuç olarak keyfim yerimde, önemli olan da bu..World is your gym dedik, ufalma hayaliye atlıyoruz hoplıuyoruz zıplıyoruz yüzüyoruz koşuyoruz :))

Runtalyadan beri toplasanız toplasanız 5 max 10 kere koşmuşumdur.. geçen gün gaza geldim, 5K koştum.. Her zamanki gibi sabah erkenden kalkılır, nike running app açılır ve koşmaya başlanır..
Burdan hikayeler ayrılıyor

2) ömrüm boyunca yetersiz stretchingden midir nedir, (ondan tabii başka neden olacak) takoz gibiyim.. kötü manada... koşarken heryerim ayrı gergin, bitince ayrı gergin..
Eski hızımdan da eser yok.. Range of motion(ROM) denen meret her kasın belirli sahip olduğu hareket kabiliyetine bağlı.. bu range of motion ne kadarına sahipseniz sizin için o kadar iyi...

çıkan ders.. her gün stretching.. tam uygulayamasam da evin her yerine not düştüm 'Bugün stretching yaptın mı??'
siz de yapın sonra benim gibi kalas olmayın, esnek olun, rahat olun

3) Nike running app açtım dedim ya, koşu biter, zaten keyfim yok.. mesafe kötü zaman kötü , eklemler alarmda, buzluktaki buzlara
en hızlı nası ulaşabilirim hayaliyle yaşarken bir de ne göriyim...
Bir yandan kulağımda Elli Goulding beni 'aferin iyi koştun' diye yalandan da olsun tebrik ederken (nike app'çiler iyi bilir) bir yandan nike friends leaderboarda  bakma gafletinde bulundum...

ve ne göreyim... bunun türkçe meali yok

TOTAL FEMALE DOMINATION

Saygı!

Tebrikler kızlar, Sezarın hakkı Sezara... daha ayın bitmesine 10 gün var, Canses 110km ile dağıtmış ortalığı, Leyla 89.7km ile coşmuş ama  sağlam takipte San Francisco'dan Elif var 85.1km ile... Gizem Oya derken  ben daha 17 km deyim ardından 13 km ile kuzen geliyo ..
listede erkek yok sanmayın 6. dan 13.ye 1 kız var..
Tebrikler hepinize!!!

Bu saatten sonra ilk 3 uzak ama 4.lükte gözüm var, bilginize;)

4) geçen gün ilk defa 3 köpek tarafından sabahın köründe çok ciddi kovalandım, bi sopa bulup savurmam(vurmadım) sayesinde kurtardım.. ama ilk defa böyle bişiy yaşadım , kimsenin başına gelmesin.. hemen köpek savar sipariş ettim.. üşenmeden yanıma alırmıyım her koşu bilmiyorum ama bakalım..

5) Dün Amerikan koşu efsanesi Steve Prefontaine'in ölüm yıldönümüydü. 23  yaşında olmasına rağmen , Munich olimpiyatlarında 5000metrede  4.lükten, sports illustrated a kapak olan ilk koşuculuktan, nike in heykelini diktiği ilk ve tek sporcu olmasından mı başlasam anlatmaya bilemem, ama amerikadaki şu an ki koşu sporunun temelini atan kişidir..

kendisini saygıyla anıyoruz ..



anma amacıyla STOP PRE  tshirt'ümle çıktığım koşuda bir foto ve kuzen de aynı poz aynı tshirt.. :)
Önce ben koydum instagrama
5 dk sonra aynı foto kuzenden:)
 
Steve Prefontaine'in biyografik filmi Without Limits'i de hepinize şiddetle tavsiye ederim.. oynayanları görünce şaşıracaksınız zaten

6) Sinanko ile hala %100 olmasa da, %90 agustos 3 itibariyle antremanlarına başlayarak Avrasya Maratonu denilen  42.195km'lik eziyeti kendimize yapıcaz.. aramıza katılmak isteyenlere kapımız sonuna kadar açık ,zaten ben bodrumda o istanbulda hazırlanacak ama sıkı bir telefon email ve veri trafiğiyle birbirimizi yolda tutacağımıza inanıyorum

7) Yeni bir blog var, ben severek takip ediyorum, sonuna kadar destekliyorum


Leyla, Hande, Duygu fena koşuyolar üstüne de her konuda yazmaya başlamışlar...
kendileri guest blogger olarak buraya da davet ediyorum.. güzel hikayeleri uzun uzun yazmak için kesin vardır :)


Her türlü edebiyat kuralını çiğnedikten sonra en sokak ağzıyla yazdığım bu blog için özür... ama bunları en kısa ve hızlı bu şekilde paylaşabilecektim.. yoksa unutulup gidecekti herşey

şimdi çıkın koşun, sonra anlatın bakalım neler oluyo sizin koşu, spor dünyanızda


sevgiler
EFE



Monday, May 20, 2013

Çayırova Yarışı

Merhaba sevgili TUFODER camiası,

Bir süredir sessiziz, bu aralar heralde aramızda pek fazla yarışlara katılan olmadığındandır diye tahmin ediyorum. Kendi adıma Avrasya'dan sonra gelen motivasyon düşüklüğünü yeni yeni üzerimden atıyorum. Hazır bunu atmışken de ufak ufak yarışlara katılayım dedim. En yakın yarış, bu pazar günü koşulacak Çayırova Yarışı. Hem 10K var, hem de yarı maraton var. Ben karar veremedim hangisine katılacağımı, bakıcam yakın zamanda. Ama hem Istanbul'a yakınlığı hem de motivasyon açısından pazar günü orada olmayı düşünüyorum. Gitmek isteyenlerle beraber birşeyler ayarlayıp gidebiliriz. 

Bu arada yakın bir süre sonra sizlere bir fundraiser projesi ile geleceğim. Henüz kesinleşmediğinden dolayı detayları vermiyorum ama önden bir teaser vereyim istedim. Avrasya'da böyle bir projeye katılmak ister misiniz?

Herkese güneşli günler boş koşular

S

Friday, April 19, 2013

Öldüreceğine Diriltmek

Boston Maratonu'nda olanlar ne kadar anlamsız, ne kadar saçma olaylar kelimelere sığdırmak mümkün değil. Niye bir kişi, maraton bombalar ki? Ne bir politik duruşu olan, ne ayrımcılık yapan, hiç kimseye zararı olmayan bir aktivite. Aklıma gelen tek sebep, korku yaratıp böyle bir güzelliğe katılımları azaltmak, insanlarda korku oluşturmak. Ama benim tanıdığım kadarınca koşu komünü, tam tersine daha da fazla katılımcıyla geri dönecektir: Bu hafta Londra'da, seneye Boston'da. 

Kendimden örnek vereyim. Sporu kesmememe rağmen açıkçası bir süredir maraton koşma motivasyonum azalmıştı. Kendimi o yönde motive etmekte zorlanıyordum. Ama şimdi, o bombalamadan sonra, gittikçe artıyor motivasyonum. Belki bir gün kendimi yeteri kadar geliştirip Boston Maratonu'nda bile koşabilirim. Yani korku kültürünü koşuculara yaymak (tabi niyet buysa) yapanlar için çok kolay bir şey olmayacaktır. 

Bu arada haftasonu, 23 Nisan'ı da bahane edip 4 gün Likya Yolu'na gidiyorum. Eğer tavsiyeleriniz varsa buyrun, elimden geldiğince dinlemeye çalışırım. Yoksa da dönüşte konuyla ilgili yazarım. 

Zevgiler Zaygılar

Thursday, March 14, 2013

Son 6ay, Runtalya2013 ve diyaloglar

Uyarı! Bu blog yazısı uzun ve karışık olacak!



En son blogda yollara,  koşu bantlarına meydan okuyordum bir kaç hafta sonra olacaklardan habersiz, sonuçlarından bilgisiz... 
Ey istanbul sen mi beni yeniceksin, yoksa ben mi seni diye moby dick'e kafa tutar gibi yaşlı balıkçıdan bozma artistlik yaparsanız evren sizi biraz ciddiye alır, o lafları yutturur..ben ettim, siz etmeyin... 

O son 6 ayda sakatlıklardan sakatlık, tedavilerden tedavi beğenemezken aklımda bir yerden sonra tek bir hedef kaldı.. 

Tekrardan acı çekmeden koşabilmek...

Bazı şeylerin kıymetini kaybedince daha iyi anlıyorsunuz ya, işte bunu ben en sevdiğim şeyleri kaybederek öğrendim.. Koşmayı, bisiklete binmeyi, wakeboardu, kitesurfü ve en kötüsü... Yelkeni.. 

6 ayın üzerinde geçen bu süre bana çok şeyi öğretti ve bir dizi karar almama sebep oldu. En önemlisi artık olimpiyatlara hazırlanmayacağımdı.. 2kilometre bile koşamayan birinin olimpiyatlardan önce çok daha farklı öncelikleri olmalıydı herşeyden önce..

Ekim sonu koşmaya can attığım amsterdam yarı maratonunu koşamamıştım.. hatta dönüşünde yürüyemiyordum bile.. Ocak ayına doğru daha iyi olsam da hala sayısız ilaç, bengay krem ve benzeri tedaviye yönelik herşeyden bıkmış olmak önemli bir kararı beraberinde getirdi.. Artık olimpiyatlar için yelken yoktu.. 

Hikayemizi daha da dramatikleşitrmeden son 2 ay içerisinde olan güzel olaylara geçiyim.. Artık ağır siklet olmam gerekmediği için fazladan olan 20kilonun 5ini vermiştim vermeye de devam ediyorum .. ağrılarım ciddi derecede azalmıştı ve esneklik için yapmadığım şey, okumadığım konu kalmamıştı.. Halen çok dikkatli olmam gerekse de sabah akşam stetching , yogadan bozma stabilite ve range of motion(ROM/esneklik) hareketleri işe yaramaya başlıyordu.. 

Ardından iç sesimle  fırtınalarla dolu bir kaç hafta

Şubat başı İlk olarak 3km koştum.. İlk gün ağrı olmasa da, 2 gün sonra uyandığımda canım acıyordu.. Ardından 2-3 günde bir... 
Buz , stretching voltaren.. 
"İyileştim!! "
"2km, koşamadım bile, canım acıyor.. "
"5km , rüzgar gibiyim!!!"
" Dizimde buz, tv başında"
"1.5 km.. Bittim ben "
"4x400 metre depar, rüzgarın oğlu geri döndü..."
"Sabah kalk , diz ve bileğe buz ardından voltaren patch.. 
Bana bunun battananiyesi lazım.."

Amsterdamdan sonra kendime yetişmek için söz verdiğim runtalya yarı maratonuna 2 hafta var ve ben 5km bile koşamıyorum bazen.. 
"Antalya'ya gidicem, başka yolu yok! "
"Koşmassam ne olur ki? "
"Ya 10 koşsam?"
"Geçen sene de antremansız 21 koştun, yaparsın , seni kesseler acımaz.."
"Araba kullanırken dizim ağrıyo "
"4km koştum!!! "
"Uçakta dizim ağrıdı "
"6x200? "

"Merhaba Elif hanım, ben yarı maratona olan kaydımı 10K'ya degiştirmek isityorum"
 "kaydınız değişti efe bey"
 "teşekkürler elif hanım" 

"Bekle beni runtalya yenicem senii!!!!"
"Bengay nerde? "

Otelimiz Hillside Su lobisinde kafam havalarda
Sanki ilk defa bir spor müsabakasına katılırmışçasına kalbim güm güm..
"Kaçta kalkıcaz?" 
"ben 6:45te ayaktayım sizi bilmem"
"Kahvaltıda muz ye efe"
"Bol su iç efe"
"Dizim mi?? İyiyim iyiyim, hah hah hah, sen nasılsın? İyi yarışlar!! :))"
"Dizim ağrıyo:("
"Compression socks lazımmı?"
 "Peki kalın lycra?? "
"Boyunluk taksammı?? Sıcak tutar.. Hava kaç derece?? "
"Isınmayı napıyoduk? Kaç dk? Ne kadar?"
"Isınmayı mı bilmiyosun hala eşşek sıpası"

" Offf efsane koşucam !!! "
"İnşallah bitiririm..."

Herkes fotoğraf çekilir muhteşem anılar yaparken ben ısınıyordum.. 

"Isın efe ısın, başka şansın yok, ısın "

Isınmadan sonra ben de 1 fotoğraf çekilebildim (Ben , Mert, Yiğit)
Önden yarı maraton ve tam maratoncular.. Başarılar cesur insanlar, seneye tekrar yanınızda olucam inşallah..

"Biter mi ? Muzik ne koyucaM?? "
"Zaten ipodu evde unuttun dikkatsiz adam"
"Abi sen bakma bana bas git.."
3-2-1, başlaa!!! 

Kulaklıklar takıldı, müziğin sesi açıldı ama duyduğum tek şey nefesim... Tüm dertler, iç ses bir kenara çekildi ve mantığıma yol verdi sanki..
 Öne doğru eğil ve taraklarına bas efe.. Yerle temasın az olsun..  Nefesini dinle, garmin pace'in 6:15in altına inmesin, daha çok erken.. Nabız 140, herşey kontrol altında..
Okuduğum tarih ve günümüz koşucularını bir araya getiren born to run'lardan, ultramaratonun en büyük üstadlarından dean karnazes'lere, youtube da son zamanlarda en çok seyrettiğim koşu videoları sanki kafamın içinde birer birer tekrardan oynuyordu.. Nefes, teknik, ritim, hepsi sanki aylardır bu yarış için hazırlanmışçasına bir anda mükemmel bir ritme girdi.. Kulağımda müzik ama aklım tamamen sessiz... 
Nefes al, nefes ver..

Kalabalığın arkasına takılmamak ve bu yakaladığım sanki çalışılmış ritmi bozmamak için kendimi sağdaki rixos kaldırımına attım.. Biliyorum, asfalt arnavut kaldırım taşında koşmaktan iyidir, ama tempomu bozamam.. O an dünyada sahip olduğum tek şey tempom.. 

1. Kilometre... 6:29... 
Bravo efe, bunun gibi 9 tane daha ve bu yarış numarası da duvarındaki yerini alır... 
9tane mi?? Ben ölüyorum...

Derken, bunun gibi acil durumlarda hep imdadıma yetişmiş (şaka değil, hayatımı kurtarmışlığı var) yegane dostum Mert yanımda belirir, ritmimiz aynı, meğersem tam arkamdaymış.. Yüzünde gülümseme.. Giderim ben dostumla gittiğim yere kadar :) biraz hızlandık bile, bir anda bu sefer sağımda başka bir tanıdık gülümseme... Ortaokul, lise, istanbul, new york derken dünyanın her yerinde yanımda olan canım arkadaşım  Selin, hoş geldin :)
Burda iphone'da çalmasa da benim aklımda başka bir parça, mor ve ötesi- daha mutlu olamam.. 

6.05... 2.km ..
Sanki anlaşmışçasına, beraber hazırlanmış gibi aynı tempo, uygun adım marş.. "Mert, Selin istiyosanız siz gidin , beni beklemeyin"
 "böyle iyi Efe" 
Keyfim yerinde 

     "Su isteyen?" 

3. 4. Km.. Diz sağlam... Bilekler , check.. 
Quad, tamam.. Aşil?? Gayet iyi ... Hadi hayırlısı.. 

4.5km "sen git mert??" "Yok abi 5 ten sonra gazlarız " 
5K - 31:05
"Hadi abi 1 saatin altında bitiriyoruz" 
"Arkandayım mert!!"
5.5.km arkandayım mert.. 6km... 15 metre arkandayım mert.. 7Km.. Mert ufukta, Selin ise benim arkamda.. Ne kadar arkamda olduğuna bakmak istiyorum ama korkuyorum.. Onu arkamda görememekten korkuyorum.. Daha da kötüsü görürsem duracağımdan korkuyorum.. Nabız bir süredir 165-170... Antremansız bacaklarım yanıyor.. Durmak istiyorum.. 

"Dizim mi ağrıyo acaba? "
"Hayır efe!! Hiçbir yerin ağrımıyo, devam et !!"
 "Ayağım? "
"Devam et efe! "
"Bileğim iyi mi?? "
"Sus ve koşmaya devam et.. "

8. Km 
"topuğum ağrıyo galiba.. "
"Amma mızmızlandın koca karı gibi"

İç sesimin beni çocuk azarlarmışçasına posta koymasından sanki bıkmamışım gibi kafamda sürekli senaryolar var.. 

Ritim bozulmaya başladı, formum artık topuklara kaydı..

"Topuklarını vurma efe.. "
"Başka şansın yok, bitirmek istiyosan, topuklardasın artık.. " mantık tekrardan devrede.. Neye hazır neye hazır olmadığını çok iyi biliyor...

"Öne eğil efe..."
"Düşmek istiyosan eğil.. Halim kalmadı"

"Sırtım niye ağrıyo?  Bu kadar mı kasmışım kendimi?? "

Altı üstü ortalama bi 1saat 10km koşucam,  sanki içimde freud, ego, super ego,  id oturmuşlar okey oynuyolar

9. Km54:00 
"olacak galiba.. "
"Koş efe koş.. "
"Küçük adımlar, seri adımlar... "
"Tarak ağırlık merkezine, koş efe koş..."

 Ağrılardan eser yok 

Son 400 metre, yürüyen biri.. benle geçen sene yarı maratonun son  1kmsini koştuğu için minnettar olduğum alman abla aklımda, aynısını yapmak sadece benim teşekkür şeklim.. 
"Hadi koş!!!!"
Hiç tanımadığım birinden aldığım samimi bir gülümseme ile yok olan bütün acı.. 
Son 200 metre ve finiş ... 

Pain is temporary
Bitti!!!
Ben de bittim... 

Son depar sağolsun, gene midemden bir inkar, bir isyan.. Nerede beniM geçen sene samimi olduğum ağaç dibi? 
Yanlış alarm.. 
Belki de daha koşardım demek bu... 

Ne demek olduğu çok ta umrumda değil... Mert orada, Teşekkürler dostum.. süprize bak!  Barış geldi bile, ardından Selin ve Alev.. Tuğçe'de hemen arkalarında...
Tam kadro (ne yazık ki hiç başlamayan Yiğit dışında.. Seneye kuzen) finiş çizgisinde, runtalya 2013'ü bitirmenin gururuyla... 

Su, powerade derken otel yolunda ayaklar şiş, diz sızlıyor, sol topuk 'bi de benle uğraşıcaksın önümüzdeki 1-2 hafta' diyor ama çok ta umrumda değil.. Son zamanların en mutlu anlarından bir demet.. Solumda Selin, yanında Mert boynumuzda madalyalar.. Amatörlüğün huzuru, koşabilmenin sevinci...
Daha mutlu olamam

Önemli olan bitirmekten öte, tekrardan asfaltta olmak.. Daha önce de söylemiştim ve hep söylemeye devam edeceğim sanırım..
Koşamamanın verdiği acı, koşmanın yarattığı ağrılardan daha yoğun..

 dönüş yolu: dipnot: Bir daha RUNtalya arabayla ASLA!!
Bildiğim tek şey son 3-4 aydır yaptıklarım işe yarıyor ve yavaş yavaş özüme dönüyorum.. Daha çok uzun bir yol var ama geri dönmeye deyecek bir zorluk.. 
Şimdi bir sonraki yarış ne zaman bilmiyorum, yarışmak için de koşmuyorum.. 

Artık tek bildiğim yarım saat bulduğum her an,  nerede olursam olayım,  spor ayakkabılarımı aldığım gibi kendimi sokağa atmak.. 
Isın , vücudunu dinle , stretch..

Bengay nerde? 




Wednesday, February 27, 2013

Dear Tufoder,

Halen ofiste oldugum su saatlerde aklım kosmakta biraz, umarım bu aksamı kacırmıyacagım. Burayı ufak bir "forum" olarak kullanma riskiyle beraber fellow runnerlar olarak size bir uzmanlık sorum var - ben neden bi turlu hızlanamıyorum acaba?
Hız hic bir zaman onceligim olmadı, ama etrafımdakilerin 1k-5k-10k pacelerini gordukce (ah hepsi bu nike running app yuzunden!) kendimi biraz kotu hissediyorum.  Hala gecen sene aynı donedeki pace'imdeyim. Evet bu konuda ozellikle birsey de yapmıyorum ama dogal olarak biraz hızlanmam gerekmez miydi artık :(
Neyse, sanıyorum "interval training" yapmam lazım, internette de bir ton materyal var bununla ilgili, ama sizden de bir fikir alıyım istedim, var mıdır tavsiyeniz?

Turtle Canses 

Friday, February 15, 2013

Tufoder Unite!


Runtalya'ya gelenleriniz olduğunu tahmin ederek Antalya'da uygun bir zamanı ayarlayıp görüşelim diyorum.

Demek kimse gelmiyor? :) noldu size yahuuuuu???


Wednesday, December 26, 2012

Runners' Block

Burada ne güzel yaptığımız koşuları, elde ettiğimiz vakitleri, önümüzdeki yarışları konuşuyorduk ama hem kendimde olduğunu biliyorum hem de çoğu insanda görüyorum ki büyük hedef olarak belirlediğimiz Avrasya'dan sonra bir motivasyon düşüşü yaşanıyor. Ya da bende kesinlikle yaşanıyor. Hiç koşmadım değil ama az, araları çok, düzensiz koşular yapıyorum.

Aslında bir kaç hafta önce Belgrad'a gittiğimde, iPod'un şarjının bitmesine ilk defa sevindim. Inanılmaz bir sonbahar gelmişti, sarı ve turuncu yapraklar, açık hava, inanılmaz bir sessizlikte koşup acaip keyif almıştım. Bu haftasonu da Semih ile beraber tekrar gittik. Şehirde hiç bir şey yokken Belgrad karlar altındaydı. Parkur da hiç temizlenmemişti. Yaklaşık 30-40 cm kar altında koştuk ve o kadar güzeldi ki bazen Semihle durup sessizliğin tadını çıkardık. Göl kısmen donmuş, her yer kar, kimse yok, biz şortlarla koşudayız. Hasta olmak üzereydim oraya gelene kadar ama o kadar ciğerleri açan temiz bir hava vardı ki ne koşarken tıkandım ne de sonrasında hasta oldum. Hatta tam tersine iyileştim.

Ama hala marş motoru hala tam çalışmıyor. Hala düzenli koşu kafayapıısına giremiyorum. Aranızda koşanlarınız da var biliyorum ama motivasyon eksikliği çekiyorum. O yüzden de koşarken başvurduğum metoda başvuruyorum; buraya yazıyorum. Sizde durum ne?

Thursday, November 22, 2012

Avrasya Değerlendirmeleri (koşu gazetesi)




11 Kasım 2012 pazar günü düzenlenen 34. Vodafone İstanbul Avrasya Maratonu’nda tam maraton, 15 km ve 8.4 km yarışları koşuldu. Koşu Gazetesi ekibinden Aykut, Ilgaz ve Mert maraton, Noyan da 15 km yarışındaydı. Bu seneki organizasyon hakkında ekipçe sohbet ettik. Sohbeti başlıklar şeklinde sizlerle paylaşmak istedik. İşte Koşu Gazetesi ekibinin bu yılki organizasyon ve yarışlar ile ilgili görüşleri…

- Organizasyon hakkında olumlu ve olumsuz izlenimleriniz neler? Daha önce koştuysanız ilerlemiş ve gerilemiş noktaları belirtir misiniz?
Aykut: Avrasya’da 2009, 2010 ve 2012 yıllarında maraton koştum. Daha sonra detaylarına gireceğiz belki ama organizasyonda önceki yıllara göre gözle görülür ilerlemeler var. Eğer yapıcı eleştiriler dikkate alınır ve bunları düzeltmek için çaba sardefilirse birkaç yıl içinde çok daha iyi olmaması için bir neden yok. Kısaca özetlemek gerekirse, göğüs numarası dağıtımı, fuarın mekanı, istasyonların sıklığı ve gönüllülerin çalışması, çanta bırakma otobüsleri gibi konular en azından benim için oldukça sorunsuz işledi. Başlangıç ve bitiş noktalarındaki düzensiz ve karmaşık ortam, fuarın içeriği, parkur üzerindeki destek, madalya ve tişört tasarımları gibi konuların henüz istenilen seviyede olmadığını düşünüyorum.
Ilgaz: Bu Avrasya’da 4. koşum oldu, içlerinden üçü maraton mesafesidir. İlk maraton tecrübem de zaten bunların ilkiydi, o zaman organizasyonu çok değerlendirecek halde değildim. 4 koşu arasında 5 yıl geçmiş, bu sene sanırım en başarılısı idi organizasyon olarak. İstatistikleri detaylı bilmesem de gördüm ve tahmin ettiğim kadarıyla katılımda fazla bir artış yok. Pazarlama duyuru anlamında da fazla bir değişiklik ve atılım göremiyorum. Su istasyonları biraz daha gelişmiş gibi geldi, Powerade verilmesi bile bir gelişme.
Daha önceki yıllarda koşu mesafelerine göre start alanı ayrımı yoktu, bu da gereksiz ve kontrolsüz bir kalabalığa yol açıyordu. Hem start öncesi izdiham yaşanıyordu, hem de niyetiniz ciddi olarak koşmak ise köprüde mangal yapanların arasından slalom yapmanız gerekiyordu, geçen sene ve bu sene bu daha iyi çözülmüştü.
Transfer otobüsleri de daha organize geldi bana bu sene. Bitişteki çanta teslim eden otobüsler ve görevliler de başarılı idi.
Bitiş çizgisindeki karambol de düzelmiş, geçen yıllarda yorgun argın bitişe girdiğinizde bir anda önünüze basın, görevli, meraklı vatandaş ve arkadaşlarını bekleyen daha önce bitirmiş işgüzar koşuculardan oluşan bir duvar çıkıyordu, zor adım atıyordunuz. Bu sene korumalı bir koridor oluşturulmuş, daha ferah bitirdik parkuru. Tam finişi geçer geçmez hayatın anlamını sorguladığınız sırada yanımızda bitip “Merhaba, 42km mi koştunuz, anketimize katılır mısınız?” diyen anketör arkadaşlar da kamera şakası tadındaydı.
Masaj çadırları da güzel düşünce ama ben bitirdiğimde “masaj bitti” gibi bir cümle ile karşılaştım. Çok önlerde olmasam da benden sonra bitiren daha çok koşucu vardı.
Mert: Ben daha önce sadece 2009 yılında Avrasya Maratonu’nda koştum. O da ilk maratonumdu. O zamanlar “acaba yarışı bitirebilecek miyim” endişesinden dolayı organizasyonun detaylarına odaklanamamıştım. Arada 3 yıl olunca organizasyonu çok değişmiş buldum. Hem değişmiş hem de gelişmiş. Fuar  için seçilen yer ve fuardaki yerleşim 3 yıl öncesine göre kat kat iyiydi. Fuar ferah ve erişilebilir planlanmıştı. Numara alma işlemi de yoğun saatlerde bile tıkır tıkır işledi. Start alanı bence düzenliydi ama bitiş için daha çok çalışmak gerek. Maraton bitirmiş bir koşucu için daha detaylı planlama yapmak gerekiyor bitiş alanında. Yine de duyduğum kadarıyla geçmişe göre çok daha iyiymiş. Özellikle yarışı bitirir bitirmez gidip tam sonucu içeren sertifikayı alabilmek (ve bunu çok rahat, karmaşa, kavga gürültü olmadan yapabilmek) etkileyiciydi. İstasyonların sıklığı ve içeriği tam not alır. Sadece enerji içeceğini daha makul miktarlarda (ne az ne çok) vermek gerek.
Noyan: Bu benim ilk Avrasya Maraton’umdu. 15 kilometrelik parkuru koştum. İstanbul’da yapılan bu yarışa karşı keskin bir önyargım vardı. Daha önce burada yarış koşan arkadaşlarımdan aldığım negatif yorumlar da bu düşüncelerimi destekliyordu. Ancak yarışta beklediğim kadar olumsuz bir durumla karşılaşmadım. Öncelikle start alanı. Ulaşımı zor bir nokta. Her ne kadar belediye yarışmacıları belirli merkezlerden buraya taşımış olsa da ben kendi işimi kendi görmek isteyenlerdenim. Köprü trafiğinin uzun süre kapatılmak istenmemesini anlıyorum, buna rağmen yarışın köprü üstünden geçirilmek istenmesini de anlıyorum, yine de start noktası daha ulaşılabilir (özellikle toplu taşıma ve taksi ile) olmalı. Yarış sırasında gözüme negatif bir şey çarpmadı ancak bitiş noktası ne yazık ki çok çok kötü düzenlenmişti. Her maratonda aynı olan ve koşuyu bitiren yarışmacıyı bekleyen sırası belli bir gurup aktivite var. Bunlardan ilki yarışmacının madalyasını alması ve ikincisi ise varsa yiyecek bir şeylere ulaşması. Ancak zaten dar olan bitiş noktası minibüslerle ve masaj çadırlarıyla iyice daraltılmıştı. Madalya ve yiyecek Kızılay yardımı dağıtır gibi iki minibüs arasında ve izdiham şeklinde yapılıyordu. Maratonu bitiren hiç kimse bitiş çizgisinden geçtikten sonra ilk olarak masaj yaptırmak istemez, bu aktivitelerin adam gibi sıraya sokulması ve finiş alanının buna göre düzenlenmesi güzel olurdu. Madalya dağıtımı bence tam anlamıyla rezillikti, öyle ki yarışmacılar arasında tartışma çıktığını bile gördük.
Avrasya Maratonu boğaz
Fotoğraf: Akşam Gazetesi
- Maraton fuarı hakkındaki olumlu ve olumsuz izlenimleriniz nelerdir?
Aykut: Genel olarak bakıldığında maraton fuarının içeriğinin henüz yurtdışındaki büyük maraton fuarları ile kıyaslamak mümkün değil. Ancak daha birkaç yıl önce maraton fuarı Feshane’de yapılıyordu ve o fuarı bilenler sanıyorum aradaki farkın büyüklüğünü göreceklerdir. Bu açıdan iyiye doğru bir gelişim olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de koşuya olan ilginin artması ile fuar içeriğinin genişlemesi birbirine paralel konular. Maalesef biri olmadan diğerinde büyük bir patlama beklemek mümkün değil.
Öte yandan İstanbul’un ulaşımı en kolay noktalarından birinde olması itibariyle mekân olarak gayet uygun. Önceki fuar yeri  olan Feshane ile kıyaslanamaz bile. Bence maraton konusunda değişmemesi gereken birkaç şey varsa, onlardan biri fuarın yeri olmalı.  Cumartesi günü oldukça yoğun bir saatte numaramı almaya gitmiş biri olarak hiçbir sorun yaşamadan birkaç dakika içinde tüm işlemlerimi hallettiğimi söyleyebilirim. Operasyon ve işleyiş bakımından önemli bir problem görmedim.
Ilgaz: Feshane gibi soğuk, uzak ve alakasız bir yerden merkeze taşınmış olması çok iyi olmuş. Yeni kongre merkezi ferah bir yapı ancak girişte yönlendirme adına sadece tek bir tabela vardı, şehre yabancı olanlar için biraz daha fazla yönlendirme lazım. Koşu malzemesi satan marka sayısı ülkemizde zaten az, olanların da büyük bir kısmı katılmamıştı. Katılımı cazip kılacak şartlar sağlansa koşu anlamında daha zengin bir fuar olabilirmiş.
Makarna ikramı güzel ve yeterli idi. Koşu ile doğrudan alakası olmayan, düşünürseniz sağlıklı yaşam başlığı altında toplanabilecek firma ve ürün standları dikkatimi çekti, bu da biraz ilginin dağılmasına yol açıyor. Koşu fuarında yöresel lezzetler görmek biraz alaturka geldi bana. Tabi yabancı koşucular için cazip de olmuş olabilir.
Mert: Fuarın yeri, yerleşimi içindeki işleyiş oldukça iyi. 2011 yılında Amsterdam Maratonu fuarını gördüm. Bundan daha iyiydi diyemem. Fuarı bundan sonra daha da iyiye götürecek olan şey fuarda yer alan/alacak firmalar/kuruluşlar olacaktır.
Noyan: Programımdan dolayı maraton fuarında çok fazla zaman geçiremedim ama bir maraton fuarının olması bile güzel bir şey. Antalya’da böyle bir fuar ne yazık ki yapılamadı. Kaldı ki mevsim itibari ile fuar için herhangi kapalı mekana bile gerek yok. Düzenli görünen bir fuar alanı vardı. Ancak kayıt masası yarışçıyı karşılayan standlar arasında gözükmüyordu, etrafta herhangi bir yönlendirme de yoktu.
Halkın ilgisi önceki yıllara oranla (katıldıysanız) nasıldı sizce? Arttırmak için tavsiyeleriniz var mı?
Aykut: Türkiye’deki maratonlarda gözlemlediğim durum şu: Eğer yabancı katılımcı sayısı çok ise destek fazla oluyor çünkü yabancı koşucuların yakınları bu kültürü aldıkları için sadece kendi koşucularını değil koşan herkesi destekliyorlar. Runtalya’da 2010 ve 2011 yıllarında yabancı sayısı çoktu ve destek büyüktü. 2012’de yabancı sayısı azalınca destek de yok denecek kadar azaldı. Avrasya 2012’de özellikle maratonda önceki yıllara göre yüksek bir yabancı koşucu katılımı olunca önceki yıllara göre destek daha fazla oldu. Sultanahmet’teki bitiş noktasında ise yine ülkemiz standartları için oldukça iyi bir kalabalık vardı. Halkın ve koşucu yakınlarının yanısıra 15K yarışını koştuktan sonra maraton koşanları desteklemek için bekleyen koşucu arkadaşlarımıza da teşekkür etmemiz gerek.
Neler yapılabilir konusuna gelince… Halkın ilgisinin bir günde artmasını bekleyemeyiz. İş dönüp dolaşıp yine spor yapan, koşan, bu kültürü benimsemiş insan sayısının artmasına geliyor. Bu süreç de bununla doğru orantılı gelişiyor. Ancak başta medya kanalı olmak üzere ne kadar çok bilgilendirilme ve tanıtım yapılırsa ilgi o oranda artacaktır. Bunun örneğini Nisan ayında İznik Ultra’da halkın desteği ile yaşadık. İstanbul belediyesinin bu konuda elinde çok büyük imkânlar var. Eğer işin üstüne ciddiyetle düşülürse Türkiye’de olmaz diye düşündüğünüz şeyler gerçekleşebiliyor.
Ilgaz: Ben bir gelişme göremedim. Çok gelişeceğini de sanmıyorum. Ülkede sporun tüketimi de pazarlaması da belli, sıra koşuya gelene kadar daha çok fırın ekmek var. Kısa şortlu güzel kız koşucu sayısı artarsa bizim halkın ilgisi de artar, yol boyu bıyık altından gülen bütün vatandaşlar nerde kız bir koşucu gördülerse yollara atlayıp çılgıncasına alkışladılar. Bodrum turist sendromu.
Mert: Ben ilk Avrasya maceramdan kalan anılar ve daha sonrasında arkadaşlarımdan duyduklarımdan dolayı bu yıl tüm maratonu kulağımda yüksek sesli müzikle koştum. Zaten koşan insana laf atmak yüksek kültürüne sahip halkımız bir de saçı sakalı uzun birini görünce iyice coşabilir diye kendimi dışarıya kapattım. Sadece farklı bir koşu stili var diye ağır hakarete uğrayan arkadaşımı duyunca iyi ki böyle yapmışım diyorum. Ama gördüğüm kadarıyla izleyici kalabalığı en azından bazı bölümlerde artmıştı. En çok alkışı ellerinde Türk bayrağı ile koşan bir ikilinin aldığını görünce seneye bu taktiği uygulamayı düşündüm!
Aslında bu yıl sponsordan dolayı halk televizyon da kullanılarak biraz daha çok bilgilendirildi. Ama sanırım yeterli olmadı. Öncelikle spor=futbol formülünü kırmakla başlamalı sonra adım adım maratona ilerlemeliyiz.
Noyan: Kalabalık bir gurup içinde koştum. Etrafımız yarışmacı anlamında hemen hemen hiç boş kalmadı. Bunun bende yarattığı ilk izlenim yarışa yoğun bir seyirci ilgisi olduğu yönündeydi. Ancak yarış ilerledikçe fark ettim ki İstanbul’un en kalabalık noktalarından geçerken bile ortada fazla destek yoktu. Sağda solda birkaç meraklı ve genelde turistlerin desteği vardı. İstanbul pazar günü bile işinde gücünde. Sanırım trafik eziyeti yüzünden bize kızanların sayısı çok çok fazlaydı.
Avrasya Maratonu start
- Önümüzdeki yıllar için ben olsam şunları eklerdim diyebileceğiniz detaylar var mı?
Aykut:
  • 8 km, 15 km ve maraton yarışlarının aynı anda başlaması köprü üzerinde kalabalık bir görüntü sağlayıp iyi resim vermesi dolayısı ile tercih ediliyor. Fakat dünya standartlarında bir maraton hedefleniyorsa artan koşucu sayısı ile buna artık bir düzenleme yapılması gerek. 8 km ve 15 km belki benzer olarak nitelendirilebilecek mesafeler fakat maraton mesafesi bunlardan çok ayrı bir strateji gerektiriyor. Ben olaya maraton koşan biri olarak baksam da, 8 km ve 15 km koşanların arasında da koşuya yeni başlayanlar olduğu kadar elit atlet statüsüne yakın çok sayıda koşucu var. Onların da yavaş ve kontrollü başlamak durumunda olan maratoncuların arasından slalom yaparak koşmak istediklerini zannetmiyorum. Başlangıç saatlerinde ufak farklılıklar yaparak bunu uygulamak gayet kolay. Bu arada şunu da söyleyeyim ki, 8 km koşusunun eklenmesi bence son derece olumlu. Bu sayede koşuya yeni başlayanlar da bu heyecana ortak olma şansına sahip oluyorlar.
  • Maratonda başlangıç noktasına gelenler artık 2500’e yaklaşıyor. Önümüzdeki sene sponsorların da katkısı ile bu sayı biraz daha artabilir. Tempo grupları oluşturulması için bence bu yeterli bir sayı. Şu anki formatta iki seçeneğiniz var: 1- Başlangıç karmaşasından daha az etkilenmek için 45 dakika önceden ön taraflarda yer alıp, ısınamadan olduğunuz yerde kaskatı şekilde bekleyeceksiniz. 2- Isınmanızı yapacak ama arkalardan başlayacaksınız fakat bu sefer de kendi hızınıza uygun olmayan birbirinden çok farklı mesafelerdeki koşucularla birlikte temponuzu bozan bir start alacaksınız.
  • Bana göre artık madalyalara yeni bir tasarım yapılma vakti geldi. 2009’tan itibaren tüm madalyalar aynı. Sadece üzerindeki yıl değişiyor. Belki madalya ve t-shirt tasarımı konusunda bir yarışma açılıp elemeden geçen adaylar koşucuların oylarına sunulabilir. Kadınlar için de değişik bir kesim uygulanmasında yarar var. Her şeyin maliyetle ve katılım ücreti ile orantılı olduğu bir gerçek ancak bence bir yarışın tanıtımının yapılması isteniyorsa en son kısılacak yerlerden biri verilen t-shirt  olmalı. Güzel olursa yerli yabancı herkes yıl boyu giyip yarışın reklamını yapar, aksi takdirde bir köşeye atılır.
  • İlk kez bir maratonda bitirdiğimde madalya boynuma takılmadı ve madalyanın verilen torbanın içinde olduğunu öğrendim. Madalyanın yarışı tamamlayan koşucunun boynuna takılması âdettendir. Ne sebeple olursa olsun bence bu değişmemeli.
  • Sultanahmet’teki bitiş noktası ambulanslar, masaj çadırları, görevliler derken çok sıkışık ve karmaşık. Mekân değişmeyecekse daha iyi düzenleme ve görevlililerin yönlendirmesine ihtiyacımız var. Bu konuda biz koşucuların da hataları var. Yarışı bitirdikten sonra o bölgede bekleyip kalabalık yapıyoruz.
  • Maraton sonuçları erkekler, kadınlar, türk sporcular ve yaş grupları olarak ayrı ayrı tasnif ediliyor. Son derece güzel. Ancak her büyük yarışta olduğu gibi burada da maratona katılan tüm sporcuların cinsiyet, milliyet ve yaş ayrımı olmadan görülebileceği tek bir listenin de olması gerekir diye düşünüyorum.
  • Anadolu tarafında ikâmet eden biri olarak Taksim ve Sultanahmet’den başlangıç noktasına koşucuları taşıyan otobüsleri kullanmadığım için haklarında  yorum yapamıyorum. Fakat Anadolu tarafı için de hiç olmazsa Kadıköy’den kalkıp köprünün Beylerbeyi ayağına sporcuları taşıyan otobüsler koyulması düşünülebilir.
  • Parkur üzerinde müzik ve animasyonlarla motive eden ve destek veren ekipler oluşturulması teşvik edilebilir. Yurtdışındaki örneklerden belki henüz uzağız ama birkaç yıl önce Runtaya’da bunun güzel örnekleri verilmişti. Belli yerler belirlenerek büyük şirketlerin bunlara sponsor olması ve kendi ekiplerini getirmesi üzerine yoğunlaşılabilir. İlk 20km şehir içinde geçildiği için sorun daha az ama 30.km’den sonra ve özellikle 35-40km’ler arasında bu tür destekler çok önemli. Her maratonda 35.km’den sonrası zordur ama Avrasya’da parkur yapısı itibariyle bu bölüm koşucunun kendini en yanlız ve sahipsiz hissettiği bölüm.
  • Hem Avrasya hem Runtalya için her sene söylediğimiz gibi enerji içecekleri büyük şişelerde olduğu için maalesef israf oluyor. Üstelik arkadan gelenlere kalmayabiliyor. Ayrıca istasyonlarda verilen elma koşarken yenilmesi çok zor bir meyve. Yanlış hatırlamıyorsam 2010’da muz da verilmişti. Ancak muzlar da israf olmaması için bütün olarak değil, ikiye bölünmüş halde verilmeli. Muzun maliyeti yüksek olacaksa en azından mandalina bile elmadan daha rahat yenen bir meyve olacaktır diye düşünüyorum.
  • Her 5km’deki ve yarı maraton noktasındaki çip kontrol noktaları son derece başarılıydı. Ancak koşarken 14.km’deki Feshane U dönüşünde ve 28.km’deki Bakırköy U dönüşünde kontrol noktası olmaması beni çok şaşırttı. Bu noktaların suistimale açık olduğunu düşünmüştüm. Yazıyı yazmadan önce eksik bildiğimiz konular olabilir düşüncesi ile Depar Timing’den Sayın Turan Faruk Yaraş’a bu konuyu sordum. Kendisi de nezaket gösterip bilgilendirmede bulundu. Kötü niyetli kişilere yardımcı olmamak adına açıklamanın detaylarına girmiyorum fakat başka kontrol mekanizmaları da olduğu konusunda bilgi verdi. Sonuçta bu konunun uzmanı kendileri. Önümüzdeki yıllar için bir değişiklik gerekip gerekmediğini değerlendireceklerdir. Ben kendisine ilgisi ve hassasiyeti için teşekkür ediyorum.
Ilgaz: 
  • Artık çoğu maratonda pacer denen tempo veren atletler görev yapıyor. Organizasyonu zor olmayan ve katma değeri büyük bir detay bu. Kısaca açıklarsak; belli sürelerde bitirmeyi hedefleyenler için o sürede koşan görevliler oluyor, bu görevlilerin taşıdıkları bayraklarda veya balonlarda hedef süreleri yazıyor, o görevli ile birlikte koşarsan yarışı o sürede bitiriyorsun. Gönüllülük kapısı açılsa birçok başvuru olacağından eminim ama yıllardır yapılmıyor nedense.
  • Fotoğraf konusu da büyük eksiklik. Aslında bu organizasyona ek bir kazanç kapısı. Bu iş aynen düğünlerde,  nişanlarda olduğu gibi profesyonel bir firmaya ihale ediliyor, yarış sonrası isteyen koşucular göğüs numaralarını girerek internetten kendi fotoğraflarını satın alıyorlar. Hem anı, hem de ciddi bir kazanç.
  • Hatıra niteliğinde şapka, T-shirt, ceket, çorap bile satılıyor yurt dışı örneklerinde, bizde hala yok.
  • Seyirci yol boyu az olsa da bitiş her sene en renkli alan oluyor. Seyyar tribünler kurulsa belki daha çok kişi daha rahat seyredebilecek bitişi.
  • Antalya’da Öger zekice bir iş yapmıştı, yol boyu yer alan otel ve restaurantlara su masası kurdurmuştu, her işletme kendi önünde masa kurup kendi reklamını yaparak su vermişti, bu devreye alınabilir.
  • Canlı müzik, hatta banttan yayın müzik bile koşu esnasında çok motive edici oluyor. Yurt dışındaki maratonlarda canlı müzik yapmak isteyen gruplara imkan tanınıyor, ses tesisatı kurulup tente gibi çadırlar bile sağlanıyor. Tempolu olduktan sonra her türlü müzik kabulümüzdür koşarken.
  • Yollar araç ve yaya trafiğine karşı da iyi korunmuştu bu sene, daha önce bazı noktalarda karşıdan karşıya geçen alakasız yayalarla çarpışma riski olabiliyordu.
Mert:
  • Start noktas için daha kayıt sırasında tempo grupları ayarlamak çok zorsa bile en azından tempo tabelaları ile koşucular uyarılabilir. Böylece hedef temposudaki tabeladan start almayı düşünebilir.
  • Bitişte sadece koşucuların yürümesi için ayrılmış bir koridor olmalı ve her iki tarafında sırasıyla enerji içeceği, su, meyve veya tuzlu yiyecek bir şeyler yer almalı. Böylece düşünecek halde bile olmayan koşucu hiç çaba sarfetmeden yavaş yavaş bitişten uzaklaştırılırken bir yandan da ihtiyaçlarını karşılar.
  • Böyle bir maratonun madalyalar daha güzel olmalı ve koşucunun boynuna takılmalı.
  • Yol boyunca koşuculara karşı yapılabilecek saldırılara karşı üst geçitler veya daralan virajlar gibi yerlere güvenlik görevlileri yerleştirilebilir. Bu yılki yarışta önümdeki bir gruba üst geçitten kovayla su döktüler. Madem halkı bunu yapmanın saçmalığı konusunda bilgilendiremiyoruz o zaman yapmalarını engelleyelim.
Noyan: Sürdürülmesi gereken bir organizasyon, orası kesin. Start alanının daha kolay ulaşılabilir bir noktaya taşınmasını sağlardım. Bitiş noktasında yarışmacıları bekleyen ve onlara madalyalarını veren gönüllüler olmasını sağlardım. İtiş kakış alınan bir naylon torbanın en dibinden çıkan madalya önemini de yitiriyor. Bitiş alanını aktivitelere göre yeniden düzenler ve yarışmacıların daha rahat hareket edebilmelerini sağlardım. Bu sene hava çok sorun yaratmadı ama Kasım ayı İstanbul’da maraton koşmak için en doğru zaman mı bilmiyorum. Sanırım bu tarihlerin seçilmesinde yurt dışındaki diğer yarış tarihlerinin etkisi var ancak her 4 yarıştan 3’ü yağmur altında yapılırsa iş kişiler için keyifli bir gelenek olmaz.
- Koşu yarışları ve sosyal sorumluluk son yıllarda ilginin hızla yükseldiği bir konu. Sizin bu konudaki görüşleriniz nasıl?
Aykut: Londra maratonunda başlangıç yılı olan 1981’den bu yana 500 milyon sterlinden fazla bağış toplanmış. Bu kavram ülkemizde yeni olsa da Adım Adım’ın önderliğinde son yıllarda çok büyük ilerleme sağlandı. Konunun toplumda duyarlılık yaratmasının yanısıra artık birçok büyük şirket koşu yarışları için sosyal sorumluluk projeleri için kendi takımlarını kurmaya başladı. Tüm bunlar çok önemli gelişmeler. Ayrıca bu yıl ilk defa kayıt tarihleri kapandıktan sonra belirlenen Sivil Toplum Kuruluşları adına küçük bir miktarda bağış yapılması karşılığında yarışa katılmak isteyenlere geç kayıt imkânı tanındı ki bu kararı son derece başarılı buldum. Umarım önümüzdeki senelerde de devam eder.
Ilgaz: Kendime çok yakın bulmasam da bu gibi girişimleri iki yönden olumlu karşılıyorum; birincisi bir şekilde kamuoyunun dikkatinin çekilmesi ve maddi manevi destek toplanması, ikincisi de koşu sporunun bu sayede gündeme gelmesi, doğrudan koşu ile ilgili olmayan kişilere bile ulaşıyor olması. Bu konuda ilginin gittikçe artması da bu anlamda güzel, yurt dışında benzer sistemler epey gelişmiş ve oturmuş durumda.
Mert: Koşu yarışlarına ilginin bu kadar az olduğu ve hatta koşana deli gözüyle bakılan bir ülkede bu kadar başarı bile bence şaşırtıcı.
Noyan: Bu yarışta ben de çalışanı olduğum topluluğumuzun sosyal sorumluluk projesini tanıtmak için koştum. Evet bu yükselen bir trend. Sosyal sorumluluk anlayışının sporcularda çok daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Özellikle koşucular, yaptıkları sporun yalınlığı ölçüsünde olumlu ve hassas insanlar. Koşu her ne kadar bireysel bir spor olsa da bizim seviyemizde koşanlar için bir sosyalleşme aracı. Bir çok insan yapılan destek girişimlerini koşuyla bağdaştıramıyor, koşarak insanlara nasıl yardım edebileceğini anlayamıyor. Ancak, koşu, bu iş için herhangi başka bir sosyal aktiviteden çok daha etkili bir araç.
- Gelecek yıl bu parkurda maraton koşmayı planlayan insanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Aykut: Bu yılki yarıştan sonra tavsiyem sahile rüzgâr panelleri kurulması için imza kampanyası başlatılması yönünde! Şaka bir yana, maraton öncesinde yazdığım bu yazıdaki görüşleri tekrar etmek istemiyorum. Kısaca ekleyeceğim şey şu: Avrasya maratonunun ilk yarısı şehirde keyifli bir gezinti. Bu anların zevkini çıkarmaya bakın. Çünkü Yenikapı’dan sahile dönünce iş ciddiye binecek. Bakırköy’deki U dönüşünden sonra gerçek maraton başlayacak. Bol şans!
Ilgaz: Fırsat bulurlarsa gerçek parkurda antrenman yapsınlar. Özellikle maraton antrenman programlarında hep yer alan uzun koşularını yarışın sonunda o mesafelere denk gelecek yerlerde koşsunlar. Bakırköy dönüşü sonrası yarışın en zor kısmı; buralar hem seyirci koşucu olarak en yalnızlık çekilen yerler, hem geride bırakılmış kilometreler ile ağırlığın çökmeye başladığı yerler, hem de mevsim itibariyle denizden gelen sert rüzgarlara maruz kalınıyor. Buraları görmek bilmek avantaj sağlayacaktır. Çevreyi tanımak, parkur üzerinde küçük hedefler koyabilecek noktaları saptamak önemli.
Kendilerini izlemeye gelebilecek eş dost varsa trafik durumunu da göz önünde bulundurarak yakınlarını uygun yerlere davet etsinler, Avrasya’da halkın desteği az, tanıdık bir ses duyup yüz görmek iyi gelecektir.
Mert: Yokuş çok fazla olmasa da yarış planını etkileyecek miktarda ve yerleşimde. Başlarda yavaşlatan sonra birden hızlandıran eğimli yerlere dikkat etmek plandan çok şaşmamaya çalışmak gerek. Ayrıca yarışın sonunda bacakların bacak olmaktan çıktığı noktalarda bazı çıkışlar mevcut. Bunlara zihnen hazırlıklı olmak ve morali bozmamak gerek. Son 10km destek beklemeyin, uzun mesafe koşucusunun yalnızlığını yaşayacaksınız. Özetle, Avrasya için diğer maratonlardan biraz daha fazla zihinsel çalışma şart.
Noyan: Start alanına nasıl geleceğinizi iyi planlayın. Diğer taraftan şehir dışında kalıyorsanız kalacağınızı yeri de iyi planlamanızda fayda var. Bir araya gelen bu iki denklemi İstanbul’u iyi tanıyan birinden yardım alarak çözmeye çalışın. Hava durumunu kontrol edin. Startın soğuk olacağı kesin, yağmur ise yüksek bir ihtimal. İyi antrenman yapın.



(kaynak: koşu gazetesi )